Emin Karaca’nın Şubat 1996’da kaleme aldığı, “Eski
Tüfekler’in Sonbaharı” adlı kitapta, Rasih Nuri İleri ile yapılmış röportaj,
aşağıda olduğu gibi dijitalize edilmiştir. Emin Karaca’nın nefis nlatımı ile
emeğine hayran olmamak mümkün değil. (Kitaptaki dizgi hataları olduğu gibi
bırakılmıştır.) Ali Ekber Güler 05.02.2014
“ESKİ
TÜFEKLER”İN EN ÇOK KİTABA SAHİP OLAN ARŞİVCİSİ RASİH NURİ İLERİ
TROÇKİ’NİN
SÖYLEDİKLERİNİ BİR KEZ DAHA İNCELEMEK İSTİYOR
RASİH NURİ
İLERİ KİMDİR?
1920’de
Cenevre’de doğdu. Babası Suphi Nuri Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın özel temsilcisi
olarak orada bulunuyordu. 1921’de Türkiye’ye döndü. Öğrenimini Galatasaray,
Haydarpaşa Liselerinde ve Fen Fakültesinde yaptı. İlk yazıları 1933’de Servet-i
Fünun dergisinde yayınlandı. 1939’da İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci iken
militanlığa başladığı Türkiye Komünist Partisi’ne, 1942’de Ferit Kalmuk
tarafından kaydedildi.
1946’da
Doktor Şefik Hüsnü’nün kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nin
yan kuruluşu sendikalarda çalıştı. Adana Sendikalar Birliği’ni kurdu. 1948’de
Yedek Subay okulundan Çavuş çıkarıldı.
1962’de
Türkiye İşçi Partisi’ne kayıt oldu. Birinci Kongrede Merkez Komite üyeliğine
seçildi. Aralık 1967’de13’lerle birlikte TİP’ten ihraç edildi. Ocak 1968’de
Milli Demokratik Devrim Derneği kurucusu ve Genel Sekreter Yardımcısı oldu.
Mart 1970’de kurulan İstanbul İşçi Birliği’nin Genel Başkanlığına getirildi. 12
Mart 1971 Darbesinden sonra 1973’de ikinci TİP’e kaydoldu.
Haziran
1990’da Türkiye Birleşik Komünist Partisi kurucusu, Kontrol Komitesi Başkanı ve
Merkez Komitesi üyesi oldu. Ocak 1992’de Mehmet Bozışık ve Şabap Bakırsan’la
birlikte Genel Merkezin sağ sapması üzerine TBKP’den istifa etti.
Aynı yıl
Sosyalist Birlik Partisi’ne girdi. Büyük kongrede Merkez Komite Üyeliğine
seçildi.
Halen
Birleşik Sosyalist Parti kurucusu ve Merkez Komite üyesi.
Rasih Nuri
İleri’nin Marksist-Leninist klasiklerden çevirilerinin yanında Kurtuluş, Mihri Belli Olayı (3 Cilt) Türkiye İşçi Partisi’nde Oportünist
Merkeziyetçilik, Atatürk ve Komünizm vb. gibi kitapları bulunuyor.
Tünel’den çıkınca, Beyoğlu’na yürüyecekmiş gibi cadde-i
kebir’e yönelin. Vazgeçip hemen ilk sokaktan sağa inin. Tarık Zafer Tunaya
Kültür Merkezi’ni cağınızda bırakıp inin yokuşu aşağıya doğru. Alman Lisesi’ni
geçin. Sokak bittiğinde tekrar sağa dönün, yürüyün. Otoparkımsı açıklığı
geçince solunuzda kocaman bir cümle kapısı göreceksiniz. Meşrutiyet devri
apartmanlardan birinin geniş avlusunu göreceksiniz. “Muhsin Bey” filmini görmüşseniz eminim ki bu avluyu
anımsayacaksınız.
Sağdaki blokun geniş kapısından girip geniş bir holden
yürüyüp, gepgeniş merdivenlere yönelin. İkinci katta asansörün karşısındaki
dairenin zilini çalarsanız, Rasih Nuri İleri açacaktır size kapıyı…
Elinde Fransızca bir kitapla karşılıyor beni. Salona geçiyoruz.
Duvarlar yerden tavana kadar tekmil kitap ciltleriyle kaplı. Salonun içinden
geçilen bitişik odaların duvarları da öyle. Kitap raflarının üstlerindeki,
yanlarındaki boşluklarda aile yakınlarının, devrimci mücadele kadrolarından
önde gelen isimlerin, kültür-sanat adamlarının çerçeveli resimleri…
Karşısındaki koltuğa oturuyorum. Ropörtaja geçmeden önce
sohbete başlıyoruz. Zaman zaman evine gidip geldiğimde merak ettiğim şeyi
soruyorum bu arada Rasih Nuri “kuzum”
diye hitap ediyor karşısındakine.
- Ne kadar kitabınız var? diye soruyorum.
- 20 yıl kadar önce bir sayım yapmıştım. O zaman 27 bin
çıkmıştı. Şimdi ne kadar olduğunu tahmin edemiyorum, diyor.
Rasih Nuri aynı zamanda titiz bir arşivci. Bir 40 yıl, 50
yıl hatta daha da gerilerden bir kitap, dergi, broşür, beyanname mi
arıyorsunuz? İlk akla gelen Rasih Nuri Bey’in arşividir. Aziz Nesin’in
ölümünden sonra, güldürü yazarlığının başlangıcı “Marko Paşa” dergisi gerekli olmuş solcu bir haftalık dergiye,
günlük bir gazeteye… Hemen Rasih Nuri’ye koşmuşlar “Marko Paşa”nın resimlerini çekmişler, sayfalarından fotokopiler
almışlar.
“MARXİZME GELİŞİM ÇOK
DEĞİŞİK OLDU…”
Hemen konumuza “Eski
Tüfekliğe” dönüyoruz. Rasih Nuri’nin Marxist düşünceyle tanışması,
işçilerinkinden de aydınlarınkinden de çok farklı bir yol izlemiş.
Önce oradan başlıyor:
-Genel olarak solla özel olarak Marxist-Leninist düşünceyle
tanışmam bende değişik bir şekilde oldu. Biliyorsunuz aydınların bu sürece
katılımın tarihsel bir gelişimi vardır. İşçilerinki ise değişik bir katılımdır.
Benimkisi ne normal aydınların, ne de işçilerin katılımıyla bağlantılıdır.
Benimkinin değişikliği aile muhitinden gelmektedir. Ben sol bir ailede büyüdüm.
Babam Osmanlı devrindeki İştirakçi Hilmi’nin Sosyalist Partisi’nde bulunmuş,
İştirakçiden sonra partinin sekreterliğini yapmış. Şefik Hüsnü’nün İşçi Çiftçi
Sosyalist Fırkası’nda bulunmuş. Fakat Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP 1925’de
illegale geçtiği vakit, illegalin Türkiye şartlarına uygun olmadığını görmüş,
hatta kendi ifadesine göre bu konuda Komüntern’e bir rapor yazmış. Arşivler
açıldığında o rapor ortaya çıkar. Yani babam illegale katılmamış. Nihayet
basında da, üniversite profesörlüğünde de, sol tarafı olan bir kişi olarak
yaşamış ve ölmüştür. Ben böyle bir kişinin oğlu olmakla birlikte, dayılarım
Abidin Dino, Arif Dino da solcu kişilerdi. Nasıl ki bir Müslüman ailede insan
Müslüman olur, ben de sosyalist bir ailede sosyalist oldum. Bu benim kişisel
bir meziyetim değil. Aile kaderi diyeceğim geliyor. nasıl ki Galatasaray
Lisesi’ndeyken en yakın arkadaşım Velid Ebüzziya’nın oğlu Selim Ebüzziya
doğrudan doğruya babası gibi, gerici demiyeceğim ama, muhafazakar biri idiyse
–kendisiyle saatlerce tartışır, atışırdık- ben de solcuydum.
-Babanızın temsil ettiği solculuk, daha ziyade “Atatürkçülüğe, Kemalizme” çok yakındı.
Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Sorumu Rasih Nuri Bey şöyle yanıtlıyor:
-Bugünkü gençlik o dönemin solculuğunu tam anlamıyor.
Solculuğa ve Atatürkçülüğe derinlemesine bakarsak, Sovyetler Birliği’nin de
Türkiye Komünist Partisi’nin de Atatürkçü olduğunu görürüz. TKP’nin pek çok
metinlerinde “Burjuva Kemal” gibi genel olarak burjuvazinin aleyhinde sözler
geçtiği halde Parti, tümüyle Kemalizmin aleyhinde değildi. Türkiye Sovyetler
Birliği’nin dostu olan devletti. Bu da şüphesiz Türkiye Komünist Partisi’nin
davranışlarının üzerinde bir etki yapıyordu. Enternasyonal düzenin de etkisi
vardı. Bu bakımdan Türkiye Komünist Partisi’nin de bir özelliği bulunuyordu.
Bir taraftan sosyal mücadelesini Kemalizme karşı yaparken, öte yandan da eksik
bulmakla birlikte Kemalizmin devrimlerini savunan bir partiydi.
16 YAŞINDAYKEN
“DÜNYAYI SARSAN ON GÜN”Ü ÇEVİRMİŞ…
Rasih Nuri aile çevresinde tanıştığı Marxçı düşünce
doğrultusunda davranmaya çalışırken, o yılların sosyalistleri arasındaki en
başat kavgalardan “Troçkizm”e
değinmeden geçmek istemiyor. Çünkü Troçki’nin haksızlığına hiçbir zaman
inanmamış.
-1936’da henüz 16 yaşında iken ilk çevirdiğim kitap John
Reed’in “Dünyayı Sarsan On Gün”ü
idi. Uzun yıllar sonra birisi, o kitabın elle yazılmış çeviri müsveddelerini
evimde görünce “Neden yayınlamadın?”
diye sormuştu. 1936’da Moskova’da büyük davalar başlamıştı. Bu davalarda Troçki
büyük hain ilan ediliyordu. Kitap böyle bir ortama ters düştüğü için
yayınlamamıştım. Oysaki Sovyet Devrim muhiti içindeki ilk dönemin Marxistleri,
Komünistleri için şüphesiz Ekim Devrimi demek Lenin’le Troçki demekti. O
yılların bütün edebiyatına bakarsanız Lenin’le Troçki’yi birbirinden ayırt
etmenin olanaksız olduğunu görürsünüz. O yıllarda babamın Fransızca’dan
çevirdiği eserlerin bir tanesi de “Lenin
ve Troçki” idi. Ne yazık ki, yıllar sonra 1960’larda çıkan Türkçe
baskısında “Dünyayı Sarsan On Gün”deki
Lenin ve Krupskaya’nın önsözleri yoktur. Oysaki orijinal baskısında her iki
önsöz de vardır. Lenin önsözünde “Sovyet
devrimini en iyi anlayan John Reed’dir” derken Krupskaya da “Dünyadaki milyonlarca işçi bu kitabı
okuyup devrimi ondan öğrenmelidir” demiştir.
Rasih Nuri’ye:
-Türkiye Sol Hareketi’yle ilişkiniz nasıl, nerede ve ne
zaman başladı? diye soruyorum.
Bu konuda da şunları anlatıyor:
-1930’lu yılların sonunda üniversite öğrencisiydim.
Üniversite evinde Marx’ın, Engels’in, Lenin’in pek çok kitabını okumuş bir
insan olarak girdim. İstanbul Üniversitesi’nde önce merkez kütüphaneye gittim.
Kataloglarda Marx’ın hangi eseri var diye baktım. Bir iki sol broşür çıktı, Kapital filan zaten yoktu. Marx’tan bir
tek kitap çıktı karşıma: Felsefenin
Sefaleti. Hemen alıp okudum. Hayatımda beni en çok etkileyen, düşüncemi
kalıba sokan kitabın o olduğunu söyleyebilirim. Biliyorsunuz o kitap
Proudhon’un Sefaletin Felsefesi’ne
karşı Marx’ın bir polemiğidir. Felsefenin
Sefaleti’ni okuyunca Marx’ın Proudhon’u nasıl incelediğini, ondaki
şatafatlı, parlak, devrimci gibi görünen cümleleri nasıl tahlil ettiğini
görerek, bir kitabı sadece okumanın değil, bilimsel süzgeçten geçirmenin
gerektiğini öğrendim. Zannederim hayatımın en büyük kazancı o oldu. Kitaplara
inanmak değil onları eleştirmek gerekir. Şimdiki gençlere de özellikle Marx’ın
o kitabını okumalarını öneririm.
Bu girizgahtan sonra Rasih Nuri biraz durup düşünüyor.
Partiyle, partililerle nasıl tanıştığını anlatmaya başlıyor:
-Yıl 1939’du. Ne kadar da tesadüf diyemeyeceğim, demekki ben
de aramıştım, içlerinde bir kaçı partili olan bir grupla tanıştım. Aralarında
1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kurucusu olacak Doktor Habil
Amado vardı. Behçet vardı ve daha bir çok arkadaş… Grupta doğrudan doğruya
entelektüel olarak Marxizmi inceleyen, üst düzeyde dünya meseleleriyle uğraşan
arkadaşlar da bulunuyordu. En göze batanlar sonradan avukat olan Franko
Milaslı, bir iki yıl önce Paris’de ölen Prof. İzak Kapuano idi. İzak Kapuano
arkadaşımızın üzerinde önemle duruyorum. Çünkü TKP’ye girmemişti ve koyu bir
Troçkist’ti. Birkaç yıl sonra grubumuzun çözülüp dağılmasında da Kapuano’nun
Troçkist görüşlerinin neden olduğunu sanıyorum. Kapuanoyla Troçkizm, Stalinizm
meselelerini sabahlara kadar uyumaksızın tartışırdık. O Sovyetler Birliği’nin
bürokratik bir sapma yolunda olduğunu, bu yolun o ülkeyi sosyalizm yolundan
ayıracağını iddia ederdi. Ben ise, işçi sınıfının eninde sonunda duruma hakim
olup, bürokrasiye yol vermeyeceğini savunurdum.
Burada Rasih Nuri, 90’ların başında Sovyetler Birliği’nde
yaşananlara atlayıveriyor:
-Ve hala da 90’larda Sovyetler Birliği’nde olanların bir
kader olduğuna yüzde yüz emin değilim. Ve o zamanki Troçki’nin tezlerine göre:
Sovyetler Birliği çökecek ve yeniden bir devrim gerekecektir. Şimdi çöktüğüne
göre, keşke Troçki haklı olsa da Sovyetler’de yeniden bir sosyalist devrim
olsa.
Tekrar kronolojik olarak TKP’yle ilişkilerine dönüyor Rasih
Nuri:
-Parti’ye bu ilk dönemde “komsomol” olarak katılmamdan sonra çevremde bir öğrenci grubu
oluşturdum. Şimdi isimlerini vermek istemiyorum. Fakat gruptan çok önemli
kişiler çıkmıştır. Onların bir kısmı Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’nin nüvesiydi.
Ben dernekte bulunmadım ama benim yetiştirdiğim, eğittiğim kişiler kurdu
derneği. Kurucuları belli olduğu için bazılarının isimlerini söyleyebilirim.
Mesela Adil Giray, Nihat Sargın bunlardandı… O dönemin illegal çalışması
içindeki bizler aşırı kuşkulu insanlardık. Azıcık fazla soru soran, meraklı
olan kimselere “acaba polis mi” diye
bakardık. Böyle davranan bir arkadaşı hemen dernekten ve gruptan tecrit ettik.
Ama sonradan hiç de öyle biri olmadığı ortaya çıktı. Yalnız tek bir kabahati
vardı, babası polisti. Nitekim Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’nin kayıt
defterinin ilk sayfası o yüzden yırtılmıştır.
Rasih Nuri şimdi TKP ile birebir ilişkisine geliyor:
-Bir başka yoldan, sanıyorum TKP içindeki tek Galatasaray
Lisesi mezunuydu, Ferit Kalmuk tarafından partilendim. 1945 senesinde Şefik
Hüsnü tarafından Ferit Kalmuk’a bir görev verildi. Kalmuk’un görevi ileride
kurulacak legal bir partinin sözcüsü olacak olan “Yeni Dünya” gazetesini Cemil Baykurt’la birlikte çıkarmaktı. Ben
de bu nedenle “Yeni Dünya” gazetesinde
çalışmaya başladım. Bir yandan da Esat Adil’in çıkardığı “Gün” dergisinde çalışıyordum. “Yeni
Dünya”nın 4’üncü sayısının çıktığı 4 Aralık 1945 günü ünlü Tan Olayları
oldu. Humbaracılar yokuşundaki Gün, La
Türki ve Yeni Dünya dergileri de
tahrip edildi. 5 Aralık günü de babam öldü. 9 ya da 10 Aralık’ta, Esat Adil’in
Tophane’deki evine gittim. Ne duruyoruz “Gün”ü
tekrar çıkartalım dedim.
1946’ya girildiğinde Türkiye’nin siyasi yaşamında büyük bir
hareketlilik başlamıştır. Esat Adil’in çıkardığı “Gün” dergisi çevresindeki bir grup komünist, legal bir parti kurma
hazırlığı içindedir. Rasih Nuri o günleri şöyle anımsıyor:
-Gün dergisinde
Esat Adil’in çevresinde ihraç edilmiş eski komünistlerden Sarı Mustafa
(Börklüce), TKP İstanbul İl Sekreteri Hüsamettin Özdoğu, 1938 Donanma
Davasındaki mahkumiyetinden dolayı hapiste olan Hamdi Şamilof’un eşi Berber
Emine filan vardı. Legal parti kurma hazırlıkları sırasında Şefik Hüsnü babama
da bazı talimatlar vermiş, babam da kabul etmişti. Yalnız babam, Şefik Hüsnü’ye:
“Bu olacak iş değil üstad. Esat da Cami
Bey de muhteris adamlardır. Bu işi götüremezler” itirazında bulunmuştu.
Benim anladığım Sarı Mustafa kanalıyla Esat Adil’e telkinde bulundular: Sen
TKP’ye aldırış etme, yeni bir parti dönemi açılıyor, bu işi beraber yapacağız
gibi. Tabii Esat da buna kapıldı. Oysa ki Esat Adil o sıralarda Lenin okuyan,
Lenin hayranı bir devrimci idi. Neden bunu söylüyorum. Aybar nasıl sonradan
Lenin ve Leninizm’in aleyhine dönmüşse, 1950’lerde Esat Adil de Lenin’den ve
Leninizm’den ayrılmıştı.
Esat Adil’in 1946’da o ilk dönemde TKP’ye karşı bir tutum
takınarak, lider benim havasına kapıldığını görünce ben Gün dergisiyle ilişkimi kestim. Birkaç sayı daha çekmelerde kalan
bazı yazılarımı yayınladılar. Gün’ün koleksiyonuna bakılırsa, onların aktüel
yazılar olmadığı görülür. Ben ondan sonra Adana’ya gittim. Mayıs 1946 olmalı.
Önce Esat Adil’in partisi Türkiye Sosyalist Partisi kuruldu. Partinin
kurucularından Macit Güçlü bana “TSP’nin
Adana İl Örgütünü kurar mısın?” teklifini getirdiği sıralarda Dr. Şefik
Hüsnü’nün de bir parti kurduğu haberi geldi. Ben Şefik Hüsnü’nün partisi
Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nden yana tutum takındım. Derhal Esat
Adil’e bir mektup yazarak, bölünmenin aleyhinde olduğumu bildirdim. Bu mektubun
bir suretini de iliştirerek Şefik Hüsnü’ye yazdığım bir mektupta da her türlü
görevi almaya hazır olduğumu belirttim. Ve arkasından TSEKP’nin Adana İl
Örgütünü kurdum.
Rasih Nuri TSEKP’nin Adana İl Örgütü ve partiye bağlı
sendikal örgütlenmeyi nasıl oluşturduklarının hikayesine geçiyor:
-Adana İl Örgütünde Hilmi Artan, Hayati Sencer ve Oruç Ali
Tütünkesen gibi arkadaşlarımız vardı. Bunlar genel merkez üyesi olduklarından
Adana TSEKP örgütünün ilk üyesi Arif Dino olmuştu. Kısa süre sonra benim
yüzümden partide bir anlaşmazlık çıktı. Kadro kazan kaldırarak “Bu adamı nereden buldunuz, Gün’de çalıştı,
Esat Adilcidir” dedi. Ama Şefik Hüsnü’den özel talimat alan Terzi Arif beni
destekledi. Birlikte kalkıp İstanbul’a genel merkeze geldik Terzi Arif’le.
Şefik Hüsnü ile uzun bir görüşme yaptık. İlk kez tanışmıştım kendisiyle.
İstanbul’da olduğum süre zarfında Şefik Hüsnü’nün partisinin Beşiktaş’taki bir
binasındaki konferansını dinlemiştim. Sonraki görüşmemizde bana “Parti sendikalarda çalışmalı, Adana’da
sendikal örgütlenmeyi kur” dedi. Ben Adana’ya dönüp Sendikalar Birliği’nin
kuruluşunu yaptım. Fakat belgeleri Adana’dan İstanbul’a getirdiğim gün 16
Aralık 1946 günüydü ve Parti kapanmıştı.
Rasih Nuri’yle konuşmamız dolu dolu eski siyasi
beraberlikleri, ayrılıkları, faaliyetleri üzerine yoğunlaştı. Sonunu şöyle
bağlıyor Rasih Nuri:
-Partide benim fazla bir gelişme gösermememin nedeni de
Troçki’ye karşı yapılan suçlamalara katılmamam, hatta 1936 davalarındaki
suçlamalara inanmamamdır. Bu tutumum benim parti içinde geri planda kalmama
neden oldu. 1950’de Parti’de Mehmet Ali Aybar’a bağlandım, o bağlılık Aybar’la
birlikte TİP’e kaydolmamıza kadar gitti.
Mücadele geçmişindeki hatalardan başlıcasını hırçın ve
kavgacı bir üslup olarak görüyor bugün Rasih Nuri:
-Komünist üslup, biçem zannettiğim, çok sert suçlamalar
içeren yazılar yazmak ve konuşmaktan pişmanım. Ama ne yapalım ki o yıllarda
bütün komünistlerde bu ortak özellikti. Esat Adil de aynı şekilde konuşur ve
yazardı. Şefik Hüsnü de. Hatta Mehmet Ali Aybar da. Nitekim Aybar bizi TİP’in
içindeyken, Partiyi ele geçirmek isteyen illegal komünist partisinin adamları
şeklinde bir yandan ihbar ederken, öte yandan da CIA ajanı olduğumuz şeklinde
yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyordu. Benim de aynı şekilde, ona ve
başkalarına karşı aynı sertlikte yazılarım vardır. Bugün o yazılarımın
içeriğinden dolayı değil de, üslubundan dolayı üzgünüm. Keşke sol kendi
arasında kavgacı ve hırçın bir üslupla yazıp konuşmasaydı, daha terbiyeli
olsaydı. Şimdiki dönemin en büyük meziyeti sanıyorum hırçınlığın bastırılmış
olması…
Rasih Nuri “din dışı
bir ailede” yetiştiği için dinle bir probleminin olmadığını, ölümünden
sonra cenaze töreni için özel bir vasiyetinin bulunmadığını, varını yoğunu
kitaba ayırdığını filan anlatıyor. Ama sosyalizmin şimdiki haline baktıkça “İlle Troçki” diyor Rasih Nuri:
-Troçki’nin söylediklerini bir kez daha incelemek istiyorum…
Bir kitap deryasının içindeki Rasih Nuri’den ayrılıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder