"1- HDK-HDP üzerinde yürütülen son dönem
tartışmalar bir yana, genel olarak HDK ve HDP gerekli midir?” (M. Dalfidan)
Bu madde içinde üç bent halinde ele aldığınız konulara
yaklaşımınız doğrudur. İkinci bent kendi içinde sorunludur. Bu bentte “sınıf mücadelesiyle devrimci demokrasi
mücadelesi” iki ayrı ve fakat birleştirilmesi zorunlu mücadeleler olarak
ortaya konulmuştur. Aslında sınıf mücadelesi ve devrimci demokrasi mücadelesi
birbirinden farklı mücadeleler değildir. Siz sınıf mücadelesini “ekonomik”
alanla sınırlamadığınız durumda politik olduğu apaçık bir gerçektir, sınıflar
mücadelesi nesnel bir durum olduğuna göre iktidar veya siyasal alandan ayrı
düşünülemez. Bizler ekonomist değiliz, her sınıf mücadelesi iktidar ile
ilişkilendirilir ve bu bakımdan devrimci demokrasi ile doğrudan ilişkilidir.
Fakat siz bunlardan bahsetmiyorsunuz, kavramları başka
anlamlarda kullanıyorsunuz. Şunu demek istiyorsunuz: Bizler sınıf mücadelesi
veriyoruz, kürtler de devrimci demokrasi mücadelesi… ve ekliyorsunuz: bu ikisi
birleştirilmelidir. Kullandığınız kavramlar doğru değil. Günümüzde hiçbir
mücadele nesnel olarak sınıflardan bağımsız olamaz. Bu bütün Marksistlerin
bildiği bir gerçektir. Sınıflar mücadelesi nesneldir ve bu nesnellik
(gerçeklik) üzerinde hareket eden özneler (partiler, hareketler) vardır.
(Devrimci demokrasi, Radikal demokrasi veya genel olarak
demokrasi konusu ilerde ele alınacaktır.)
“2- Genel olarak
HDK-HDP’nin gerekliliği tartışma götürmez. Ancak HDP seçim partisi olarak
kurulmuşken, seçimlerden sonra HDP’nin seçim partisi olarak devam etmemesi
gerektiği/edemeyeceğinde ortaklaşılmış görünüyor. Bunun nedeni nedir?” (M.
Dalfidan)
Göründüğü kadarıyla HDP, HDK’nin önüne geçmiştir. Bu durum
doğal (nesnel) bir gerçektir. Çünkü HDK gibi meclislere dayanan bir yapı ve adı
kongre olan bir yapı devrimci mücadelenin en zirve noktalarında oluşur.
Dünyanın her yerinde de böylesi yükselişler sırasında kendiliğinden oluşur.
Bizde ise farklı bir gelişme göstermiştir. HDK kitleler tarafından değil,
kitlelerin politik öncülüğüne soyunan politik örgütlenmeler eliyle kurulmuş
olduğundan böylesi sorunlar yaşanmaktadır. Aslında HDK gerçek bir kongre de
değildir. Öyle olmadığından, HDK de gerçek bir parti olmamıştır. Yani doğum
Kürt Özgürlük Hareketi’nin zorlaması sonucu Kıvılcımlı’nın deyişiyle “devrim
zorlaması ve demokratik zortlama” biçiminde olmuştur.
(Meclis konusu ilerdeki bahislerde tekrar ele alınıyor.)
“3-Asıl olan HDK ise,
HDP’nin seçim partisi olarak kalması daha doğru değil midir?” (M. Dalfidan)
HDP seçim partisi olarak kurulmamıştır en azından bizler
böyle bilmiyorduk. Seçimler yaklaşırken kurulmuş olması bu partiyi seçim
partisi yapmaz. Bu varsayıma göre kitlelere yalan söylenmiştir çünkü HDP
program ve tüzüğünde bu manada hiçbir şey yoktur. Eğer bir seçim partisi ise bu
programında yazardı ve uzun uzun program ve tüzük tartışmasına da gerek
kalmazdı.
HDP bir seçim partisi olarak da örgütlenebilirdi ama bu
kitleler açık açık söylenmeliydi. Ve bu açıklık seçim bildirgesinde açık açık
yer almalıydı. Bu açıdan bakıldığında Bürokrasi kaçınılmaz olarak hakim konuma
gelir. Çünkü partiyi kontrol kaçınılmazdır. Ve aslında parti önderliği de
yoktur çünkü bürokrasinin olduğu yerde önderler değil, bürokratik tüzükler
olur. (Başımıza gelen belalar da bundandır.)
HDK ilk önce cinleri (siz bunları “bileşenler” biçiminde
okuyun!) toplamış ve sonrasında bunlardan kurtulamamıştır. Kendimize dışardan
baktığımızda görünen durum budur!
(Bileşenler ve özelde
SYKP ile HDP-HDK ilişkisi üzerinde durulacaktır.)
“4-Demokrasi,
demokratik hak ve özgürlükler, radikal demokrasi ve devrimci demokrasi nedir?”
(M. Dalfidan)
Bu bağlamlarda ele alınan kavramlarda tam bir karışıklık söz
konusudur. Muhsin arkadaş bu kavramlara açıklık getirmek istemektedir ama bu
kavramları kimler öyle kullanmaktadır ve Muhsin kimleri eleştirmekte veya
katkılar sunmaktadır bilemiyoruz. Bahsedilen kavramlar Marksizm içinde farklı
anlamlara sahiptir. Her şeyden önce demokrasi bir devlet biçimidir ve burjuvazi
demokrasi savaşımını bırakalı epey zaman geçmiştir.
Marksizmde Paris Komünü ve Sovyet deneyi vardır en çok
bilinen… Paris Komünü ve Sovyetler Birliği demokratik bir cumhuriyettir. Demokratik
cumhuriyet ile Proletarya Diktatörlüğü aynı şeydir. Bunlar sanki iki farklı
devlet biçimi imiş gibi konulmaktadır. Bakınız Marks, Engels, Lenin vb
önderlerimiz “proletarya diktatörlüğünü görmek mi istiyorsunuz? –Paris
Komünü’ne bakın!” sözünü tekrar tekrar ikrar etmiş olmalarına rağmen bu farklı
kavrayışlar günümüzde gittikçe karmaşık hale getirilmektedir. Bu özellikle
yapılmaktadır çünkü hiçbir yaklaşım sınıflardan bağımsız değildir. Yani varlık
düşünceyi belirler, son tahlilde…
Biz Marksistler başka türlü bir devlet biçimini savunmayız.
Ama gerici bir diktatörlük (kendini bir etniyle, kanla, soyla, ırkla vb.
tanımlayan faşizm veya kendini bir dinle tanımlayan devlet biçimleri de faşizm
olarak değerlendirilebilir) karşısında en kötü burjuva demokrasisini de
savunuruz. (Gericilik vardır –kendini kültürle, tarihle, coğrafyayla, dille
tanımlayan ulus-devlet- bir de çifte kavrulmuş gericilik –kendini, bir etni
ile, dinle tanımlayan ulus-devlet) vardır. Bizler bu tip ulus-devletleri de
gerici olarak görmekten vaz geçmeyiz ve programımızda bunların yıkılmasını
söyleriz ama en kötüsü karşısında kötünün iyisini seçtiğimizi açık olarak
söyleriz. Nitekim Rojava’da karşılaştığımız durum budur. Şimdilik Barzani veya
ABD ve veya AB ile zorunlu bir ittifak kurmuşuzdur. Ölmemek için paramızı veya
malımızı vermişizdir. Politik hareketler böylesi geri çekilmeler yaşarlar ama
bu geri çekilmeleri de açık bir dil (taktik) ile kitlelerin önüne konulmalıdır.
Radikal Demokrasi de bu bağlamda konulmalıdır. Siz ortalıkta
dolaşan Radikal Demokrasi ile Marksist Radikal Demokrasi arasındaki farkı her
adımda ortaya koymalısınız. Bizce Radikal Demokrasi ile Demokratik Cumhuriyet
veya Proletarya Diktatörlüğü aynı şeylerdir.
Chantal Mouffe ve
Habermas’tan Laclau’ya; Negri’den Öcalan’a kadar diğer bütün demokrasi
projeleri bu ilişkiyi ters yüz etmekte ve demokrasiyi bir rejim; bir yönetim
biçimi olarak tanımlamaktadır. Onlar toplulukların (Ulusların) eşitliğini
savunmaktadırlar. Radikal veya gerçek demokrasi ise bu eşitliğin ancak ulusların
politik alanın dışına atılmasıyla sağlanabileceğini savunur.
Bu bahis birkaç fırça darbesi ile anlatılamayacak denli
derinliklidir ve Muhsin yoldaşımız da bir Marksist olarak bunun farkındadır.
Şimdilik bu bahse bir ara verelim ve Radikal Demokrasi üzerine yapılan
tartışmalara Google üzerinden ulaşılabileceğini ifade etmekle yetiniyoruz.
“5- Kürt sorunu
öncelikli sorun değil mi? Öyle ise, öncelikle Kürt sorununun çözümü ve bunun
için HDP’nin esas olarak Kürt sorunu merkezli bir devrimci demokrasi mücadelesinin
öznesi olması uygun olan değil midir?” (M. Dalfidan)
Bu maddede ele alınan yaklaşımlar genel olarak doğrudur. PKK
“Kürt Sorunu”nu Demokratik Cumhuriyet veya aynı anlamda bir Radikal Demokrasi
ile çözüme kavuşturmak istemektedir. Bu bir demokratik devrim demektir. Ve her
devrim devletin yıkılması ve demokratik bir temel üzerine yeniden kurulmasını
programlaştırmak zorundadır. Mevcut yasalar içinde bu açık bir dille
söylenmeyebilir ama uygun bir dil her zaman bulunur. Amaç devletin
dönüştürülmesi veya reformlar değil, devrimdir. Değiştirmek istiyorsanız bu
zorunluluk bütün kitleler önüne açık biçimde konulmalıdır. Aşağıya aktarılan
cümle ile aslında söylenmek istenen budur!
“Demokratik çözüm,
ancak egemen ulus ve devletin topyekûn demokratikleşmeye zorlanması ve
sağlanmasıyla mümkün olacaktır.” (M. Dalfidan)
Hiçbir sosyal hareket kendi öznelerinin gücüyle başarıya
veya zafere ulaşamaz. Bu da tarihin bize öğrettiği acı bir derstir. Bu
gerçeklik işçi sınıfı yanında yer alan tüm Marksistler açısından öğrenilmesi
gereken ilk derstir. Bu dersi ilk önce Öcalan “Kürt Sorunu” bağlamında idrak
etmiş ve bilince çıkarmıştır. O yüzden yeni bir stratejik hamleyi Demokratik
Cumhuriyet olarak yapmak zorunda kalmıştır. İşçiler, işçi sınıfının çıkarlarını
savunarak iktidara gelemezler, bunun için tüm ezilenleri aynı bayrak (program)
altında bir araya getirmeleri gerekir. Bu durumda o hareket veya parti bir işçi
sınıfı partisi veya işçi hareketi olmaktan çıkar, çıkmak zorunda kalır. (Bu
sorun o yüzden Marksizmin bir sorunu
haline gelir.)
Bu bakış açısıyla görüşlerimizi tekrar ifade edelim: “Kürt
Sorunu” biz Marksistlerin öncelikli sorunu değildir, bizim öncelikli sorunumuz
“Türk Sorunu” olmalıdır. Kısaca amacımızı (programımızı) ifade edelim: Ulusun
veya Devletin Türklükle tanımlanmasına son vermek…
Eğer bu sorunu öncelikli olarak çözersek o zaman bütün
ezilenler bizi takip eder. PKK’nin temsil ettiği yoksul köylüler ve işçiler de
öyle… Türk Sorunu olduğu için Kürt Sorunu vardır. Bu devlet yada ulus kendini
Türklükle tanımladığı için Kürt Sorunu, Ermeni Sorunu, Azınlıklar Sorunu veya
Aleviler Sorunu vardır. O yüzden bütün muhalefet bu amaçla hareket etmek
zorundadır, aksi halde hiçbir sorun çözülemez.
“6- Sadece Kürt
sorununun demokratik çözümünün gerçekleştiği diğer yönleriyle otoriter ve
totaliter bir devlet yapısının devam ettiği bir durumun mümkün olmadığı
açıktır. Dolayısıyla Kürt sorunuyla sınırlı bir demokrasi mücadelesinin
gerçekçi ve başarısının mümkün olmadığını görüyoruz. Ama HDP’nin topyekûn
devrimci demokrasi mücadelesinin öznesi olacak bir parti olarak örgütlenmesinin
ve diğer bileşen partilerin HDP içine tam boy girerek ve gömülerek
sönümlenmelerinin ne sakıncası olabilir? Olması gereken bu değil midir?”
(M. Dalfidan)
Yukarıda ele alınan bahis iki kısımda ele alınmalıdır.
Birinci cümle içinde özneler ve çıkış konusunu 5. Madde içinde vermiş
durumdayız. Gelelim ikinci kısımda söylenenlere yani, “diğer bileşen partilerin HDP içine tam boy girerek ve gömülerek
sönümlenmeleri…” meselesine…
Biz Marksistler hiçbir bileşenin sönümlenmesine karşı
değilizdir. Tüm partiler sönümlenmelidir, HDP de sönümlenmelidir. Ama Muhsin
yoldaşımız HDP içinde sönümlenmeyi kastetmektedir. Bu kasıtta olanlar var
mıdır, bilmiyoruz. Kimlerdir bunlar? Eğer bilenlerimiz varsa yardımcı olsunlar. “bu savunu sahiplerinin başında HDP içindeki
bağımsız özneler gelmektedir” diye açıklıyor Muhsin yoldaş…
Bu bağımsız özneleri tanımıyorum. Ayrıca şu BAĞIMSIZ ÖZNE
ile anlatılmak istenen nedir? HDP içinde partili olmayanlar mı vardır? Bu nasıl
olur? Bir özne eğer partili ise bağımsız olamaz ki?!
BİR PROTESTO
HDP’li HDK’li OLANLAR ASLA BAĞIMSIZ DEĞİLDİR. BU ÜYELERE BİR
HAKARET olmasında öte eşyanın tabiatına, bilime (sosyoloji olarak marksizme)
İHANET olmaktadır. Derhal bu tutumdan ve
belirlemelerden vazgeçilmelidir. Çünkü bileşenler bütün muhalefet karşısında
henüz azınlıktırlar ve bütün muhalefet bir araya geldiğinde ve gelmesi
isteniyorsa bütün bağımsızlar HDP içinde yer almaları ile mümkündür.
Şu gerçeği ortaya koyalım: hiçbir bileşen üye tabanını
genişletememektedir. Ve HDK-HDP içinde yer alan bileşenler bunun suçunu Kürtlere atmaktadır. Aslında “Herkes
HDP’ye!” başlığı ile kaleme alınan yazımızda bu varsayımları eleştirmiştik.
Benzer varsayımı burada da görmekteyiz. Bu varsayımlar temelde metafiziktirler,
şöyle ki bu varsayımlara göre “bilinç, varlığı belirlemektedir”. Muhsin yoldaşımızın üç bent halinde
sıraladığı yaklaşım tamamen metafiziktir.
“a-Komünist
görüşlere sahip olmamak dolayısıyla komünizm mücadelesi diye bir sorunu
olmamak. Sadece demokrat olmaktır.
(Bunun suçlama konusu olacak bir durum olmadığını, doğal ve meşru bir tercih
olduğunu belirtmek isterim.)
b-Komünizmi ütopya olarak anlamlı bulmak ama değişik
gerekçelerle gerçekleşme ihtimaline inanmamak.
c-Demokrasi mücadelesi ile sınıf-komünizm mücadelesi
arasında ardıl bir ilişki kurmak. Önce demokrasi mücadelesini başarıya
ulaştıralım, sonra sınıf-komünizm mücadelesinin araçlarını geliştirir ve sınıf
mücadelesini yürütürüz anlayışını savunmak.
Bu gerekçeler aynı zamanda, komünist öznelerin-partilerin
kendilerini sönümlendirerek HDP’ye katılmalarının mümkün olmamasının da
gerekçeleridirler.” (M. Dalfidan)
“Bizim hareket
noktamızı oluşturan öncüller, keyfi temeller, dogmalar değillerdir; bunlar,
onlara ilişkin soyutlamaların ancak imgelemde yapılabileceği gerçek
öncüllerdir. Bunlar gerçek bireylerdir, bu bireylerin eylemleri ve —hem hazır
buldukları hem de kendi eylemleriyle yarattıkları— maddi yaşam koşullarıdır. Bu
öncüller, demek ki, ancak ampirik olarak oluşturulabilirler.” (Alman İdeolojisi)
Sık sık duyarız: “komünizm, ulaşılması gereken bir yüce amaç
değildir, o toplumun sınıflara bölünmesine bir son veren maddi koşulların bir
sonucudur” diye… Yani bizler bilimle hareket ederiz, parlak düşüncelerle değil…
ütopyalar, fikirler sadece bu maddi olguların soyutlaması olarak kabul
edildiğinde bilimsel olmaktadır.
Bir an için Muhsin arkadaşımızın saydığı üç gerekçenin
başkaları tarafından aynen savunulmakta olduğunu varsayalım. Bu durumda dahi
bizler neden sönümlenelim ki?
Sönümlenme konusuna bir parantez açalım: bizler
sönümlenebilir bir devletten yanayız. Bu tip bir devlet Paris Komünü veya
Sovyetler tipinde bir demokratik cumhuriyettir. Bu nedenle bizler Radikal
Demokrasiyi savunmaktayız. Marksizm konuyu böyle almaktadır. O halde siyasal
örgütler neden sönümlenmek üzere harekete geçmesin? Bizler yıllar önce
“Leninist partinin amacının kendisini sönümlendirmek için gerekli maddi
koşulları hazırlamak” biçiminde hareket ediyorduk. Maalesef bu gelenekler
unutuldu. Şimdi başka bir formül altında söylediklerimizi özetleyelim: bizler
(Marksistler) kendimizi gereksiz hale getirecek koşullar için mücadele ederiz
Muhsin arkadaşımızın bahsettiği son gerekçeyi bizzat EMEP
veya ESP’li yoldaşlarımızdan duymuşuzdur. “İlk
önce şu kürt sorunu çözülsün, sonra da işçi sorunu çözülür” ya da “ulusların kardeşliği ancak eşitlikle
mümkündür” şeklinde… Doğrusu bu varsayım da Muhsin yoldaşımızın üzerinde
durduğu biçimiyle bir gerçekliktir.
Bu gerçeklik dipteki akıntıların yeryüzüne çıkmasıyla
anlaşılabilir ve maalesef şimdilik bu mümkün görünmüyor. Ama bu dip
akıntılarını bulup bilince çıkarmak bizim işimizdir. Varsın diğerleri böyle
düşünsün, şu halde onlar bizim karşımızda değildirler. Onlar yoldaşlarımız
olarak kalırlar. Sınıflar mücadelesinin maddi bir gerçeklik olduğu herkes
tarafından eni sonu kabul edilmektedir zaten. Hatta “ulusal mücadelenin,
sınıflar mücadelesi olmadığı”nı söylemek dahi sınıflar mücadelesinin kanıtı
olmaktadır. Bunu böyle ifade edenler de sınıflar mücadelesinde nerede
durduklarının kanıtını sunmaktadırlar, zaten…
Bizler her zaman şu gerçeği dip akıntılara bakarak ifade
ederiz: tarihte hiçbir düşünce tarih ve toplum üstü olamaz ve varlık, bilinci
belirler, tersi değil…
Bileşenlerin Sönümlenmesi -
Eğilimler (Hizip-Fraksiyon) Özgürlüğü
Bizler tüm bileşenlerin HDP veya HDK içinde bir Eğilim veya
Fraksiyon olarak kalmaları gerektiğini söyleriz. Yani bütün bileşenler kendi
program anlayışlarını veya savunduklarını HDK veya HDP içinde savunmalıdırlar
ama bileşenler olarak değil, oraya gönderdikleri üyeleri aracılığıyla ve
kattıkları güç oranında… Bu güç çoğu zaman teorik-politik olur. Yani maddi güç
illa ki üye sayısı ile olmaz. “Fikirler, kitlelere nüfuz ettiğinde maddi bir
güç haline gelirler” değil mi? İşte öyle… Karar aşamasında ise üye sayıları
belirli olduğundan ne kadar üyeyi kendi düşüncelerine kazandıkları açığa çıkar.
Böylece her eğilim bir sonuç çıkarma imkanı bulur.
HDK veya HDP içindeki eğilimler kendi içlerinde
toplanabilir, tartışabilir ve Partiye veya Kongre’ye önerge olarak verebilir ve
bir karar alınması için çoğunluğu kazanma hakkına sahip olmalıdır. Bu haklar
demokratik veya devrimci bir partide olmazsa olmaz haklardır. SYKP içinde
yaptığımız bu tartışmalar elbette HDP’li olsak dahi devam eder, etmelidir. Yani
aslında HDP içinde sönümlenmiş olmayız ve hiç kimse de bunu bizden talep
edemez, etse dahi karşılık bulmaz.
Bizce bir mail grubu dahi bileşenler için yeterli bir
örgütlülüğü sağlayabilir ama arzu ediliyorsa bir SYKP üssü oluşturulur,
oluşturulmalıdır. Bizce bu yeterlidir. Yani dünya kadar enerjiyi israf etmeye
gerek yoktur. Yukarıda ele aldığımız bahislerde bütün enerjileri bir potaya
dökmenin önemi üzerinde durulmuştur. Bizler bunu yaparak örnek olmalıyız. Eğer
fikirlerimiz güçlüyse sönümleniriz veya yok oluruz diye korkmamıza gerek
yoktur. En basit kanıt bizzat Ertuğrul Kürkçü olmaktadır. Bu yazıları yazan
olarak bizler de SYKP’den istifa edip, HDP’ye girmiş olmamıza rağmen, parti ile
ilişkilerimizi koparmamışızdır.
“HDP içine tam boy
girmek ve HDP’ye gömülmek” (M. Dalfidan) bu bakımdan bir sorun
olmamaktadır. Muhsin yoldaşımız da bunu yeterince açıklamaktadır bu madde
sonunda…
“7- BDP’nin kendisi
için öngördüğü gibi (kendini HDP’ye doğru sönümlendirme) bir katılım mümkün ve
doğru mudur?” (M. Dalfidan)
a-Parti hukuku özü itibariyle
mevcut haliyle devam etmelidir. Karar ve icra süreçlerini belirleyen parti
yapıları yani tüm parti organları bileşenlerin ortak ve eşit katılımıyla
(%60’ı bileşenlerden ve %40’ı bağımsız bireylerden) oluşturulmaya devam
edilmelidir. (Aynı yerde)
Demokratik bir partide en üst organ kongredir. Kongre tüzüğü
veya programı onaylar veya değişikliğe gider. Yukarıda belirtilen oranlar bizce
bürokrasinin garanti altına alınmasından başka bir anlam taşımaz. Ve üstelik
HDP üyelerinin kafasına dayatılmış bir tabancadan farksız olmadığından ve
böylesi silahlara ancak silahların eleştirisi ile cevap verilebileceğinden bu
silahı kongreye sunmak ve onaylatmak gerekir.
Bu nasıl olur? Demokratik bir parti veya kongre en alttan
başlamak üzere, ilk önce ilçe delegelerini, ilçe delegeleri arasından il
delegelerini, il delegeleri arasından (uygun görülürse) bölge delegelerini,
bölge delegeleri arasından da ulusal
kongre delegelerini seçer. Demokratik bir tüzük varsa böyle bir seyir izlenir.
Diyelim ki en üst kongre bu kotalara uymuyor ama seçimler de demokratik olarak
gerçekleşmiş. O zaman ne olacak?
Diyelim ki bu kotaları en alttan başlayarak oluşturduk.
Hiçbir zaman bu kotalar tutmaz, yani kadınlar için kotayı tuttursak bile bu
bileşenler için veya bağımsızlar için
mümkün olmamaktadır.
Neden kotalar uygulamak yerine kongreyi bağlayacak kararlar
almıyoruz? Bu daha rasyonel ve olanaklı değil midir?
Diyelim ki kongre hiçbir azınlık aleyhine karar alamaz!
Şeklinde basit bir karar aldık. Bu yeterli değil midir? Bizce cinsel kotalar
teoriye uygundur ama bileşenler değil… Ya da azınlık olarak görülen bütün
ezilenler için kota teorik olarak uygun ve zorunlu olmalıdır ama bileşenler
için değil…
Aslında hiçbir azınlık aleyhine karar alamaz dendiğinde
sorun kalmaz ama hangi kararın lehte ve alayhte olduğunu kim belirleyecek? Bu
da çözülebilecek bir sorudur. Bütün bileşenlerin olduğu bir Danışma Kurulu bu
işi çözer. Ama bu kurulun görevi de bu işle sınırlanır. Ve Danışma Kurulu “şu
karar şu azınlık veya bileşen için, şu manaya gelmektedir” biçiminde bir
tavsiyede bulunur.
“8-BDP’nin HDP’ye
katılımına karşı, kabul edilemez gerekçeler dillendirilmekte midir?” (M.
Dalfidan)
Evet bu gerekçeler Muhsin yoldaşımızın da ifade ettiği gibi
kabul edilemez gerekçelerdir. O yüzden daha fazla söze gerek yok! BDP’nin
HDP’ye katılması demek, batıda önemli bir ağırlık oluşturan Kürt işçilerin ki
bunlar demokratik ve devrimci işçilerdir, bu sınıfla aynı çatı altında olmak
demek olduğundan gerekçeler tamamıyla kabul edilemez!
Bu sınıf aynı zamanda laiktir de… Devletin Türklükle
tanımlanmasına karşı çıktığınız an bu sınıfı da kazanmanız mümkün hale gelir.
Hukuksal tedbirler ise bürokrasi demektir. Muhsin yoldaşımız
bir Marksist olarak bu bahiste de isabetli tespitler yapmıştır. Kendisini
tebrik ediyoruz. “HDP içinde de ideolojik
mücadele vermek ve ideolojik hegemonya oluşturmaya çalışmak gerekli ve meşru
bir görevdir. Bunu iyi yapanın, diğerlerini etkilemesinden kaçmak için hukuksal
tedbirler almak çözüm değildir.” Bu madde altında savunulan yöntem tüm
yazıya aktarıldığında ise SYKP’nin tüm gücüyle HDP içine girmesi sonucu doğal
olarak çıkar…
“9- Seçim partisi, gerçek parti, organik
parti, ittifak patisi ve konfederal parti, cephe ve cephe partisi
tanımlamalarının anlamı nedir?” (M. Dalfidan)
Bu maddede ele
alınan tanımlamalar tamamen normatif kavramlardır bu bakımdan eleştiri konusu
edilemezler. Ne olduğunda anlaşılırsa veya kavram kargaşası yaratılmazsa
kullanılabilir. Fakat arada anlaşılmayan ve tutmayacak olan kavramlar üzerinde
duralım.
Seçim partisi, adı
ile anıldığında seçimden seçime kurulan, işi gücü seçimlerle sınırlı olan bir
partiyi akla getirmekte olduğundan ve bizlerin hiç de onaylayamayacağı bir tür
olarak göze batmaktadır. Seçimler, Marksistler için taktik manevralar alanıdır.
Taktik icabı parti kurulması pek de teoriye uygun bir davranış olmaz. HDP ise
bir seçim partisi olarak görülmektedir. Anlaşılan kitleler henüz bilinçlenmemiş
veya bu partiye emek verenler bu işi başaramamışlardır.
Gerçek parti ile
kastedilen şey de normatif bile değildir. HDP dışındaki partiler gerçek
partiler olarak konulmaktadır. HDP olmasaydı o zaman gerçek parti ayrımına da
gerek kalmayabilir gibi bir algı oluşturan bu tanımlar üzerinde durmak gerekir.
Organik parti ise
hem monolitik hem de çoğulcu olabilmektedir deniyor. Program çoğulcu ama yine
de monolitik nasıl olabilir bilmiyoruz. Herhalde çoğulcu kavramından
kaynaklanıyor bu kavram kargaşası. Biz bir işçi partisiyiz dendiğinde monolitik
gibi dursa da aslında bu partinin bütün ezilenleri veya azınlıkların
kurtuluşunu hedeflemesi durumunda çoğulcudur gibi bir şey kastediliyor olsa
gerek.
Yine de bu bir
karmaşadır. Partiler bir fikirle doğmazlar, onlar toplumda her zaman belirli
bir kast ya da sınıfın çıkarları ile çakışan hareketlerin politik
yüzleridirler. O yüzden de bu tür kavramları ortaya atıp tartışırken üzerinde
dikkatle durmak gerekir.
Örneğin, Leninist
Parti bir öncü partisidir, işçi partisidir, komünist bir partidir, organik ve
gerçek bir partidir. Ve seçimlere girmesi ayrı bir parti olması için yeterli
bir şey midir, bilemiyorum.
Marksizmde bir öncü
parti, işçi partisi, komünist parti, kitle partisi, tarihsel parti anlayışı var
olmuştur veya tartışılmıştır. Muhsin yoldaş ilk önce bu kavramlarla hareket
etmeliydi ama o kendi tercihi olarak başka bir şey denemiştir. Olabilir ama bu
diğer öncüllerle birlikte ele alınmış olsaydı daha bütünlüklü bir Marksist
parti anlayışına katkı sunmuş olurdu. Bunun önünde sanırım engel de yok ve
Muhsin yoldaş bu işi pekala yapabilir.
“10-HDK’nin seçim
aracı olarak kurgulanan HDP artık başka bir içerikle yoluna devam edecek ise;
bu içerik bir önceki sorudaki tanımlamalar bağlamında nasıl olmalıdır?
Bileşenlerin ve bireylerin hukuku nasıl olmalıdır? Kitlesel üyelikler yapılmalı
mı? Bu konuda gündeme gelen organik parti, gerçek parti gibi tartışmalara nasıl
bakmalıyız? “Konfederal parti” kavramsallaştırılmasını kullanabilir miyiz?
Büyüme Stratejisi ne olmalıdır?” (M. Dalfidan)
Yukarıdaki maddede
yer yer kendi görüşümüzü Muhsin yoldaşın yazılı metni üzerinde redakte ederek
ifade etmeyi seçiyoruz.
• HDP’nin yeniden yapılanması
demokratik – sosyal cumhuriyet programı ile gerçekten demokratik bir programa
kavuşturulmalı ve bundan bağımsız olmamak üzere, bütün üyelerin eşitliğini
öngören demokratik bir tüzüğü benimsemelidir.
• Bileşen hukuku geçerliliğini devam
ettirmemelidir. (Eşit katılımlı %60 bileşen ve %40 birey) Çünkü bu yaklaşım
anti demokratiktir. Biz devrimciler en tutarlı demokratlar olduğumuzdan,
hiçbir anti demokratik yapılarda yer almayı istemeyiz. Gücümüz yettiğince bütün
ortamları demokratikleştirmeye çalışırız.
• Bugün için azınlık çoğunluk
ilişkisi değil, çoğunluğun özgürlüğünü sınırlayan bir program ve tüzük ilişkisi
geçerli olmalıdır. Çünkü Radikal Demokrasi özel türde bir demokrasidir. Mutabakatlar
veya ittifaklar olabilir ama buna da Kongre karar verir. Kitlesel üyelik bütün
partiler için bir haktır ve bu hakkı hiç kimse engelleyemez. Kitlesel üyeliğin
olduğu partide bileşen temsiliyetinin eşitliği ve mutabakat üzerinden faaliyeti
sürdürmek sorunludur. Bu sorunu aşmak için Kongre, bileşenlerin veya bütün
azınlıkların olduğu ve her zaman için genişletilebilir Danışma Kurulu
şeklinde parti dışı kurullar oluşturabilir. Kitlesel üyeliğin olduğu partide
bileşen örgütlerin ve bağımsız bireylerin hukukunu azınlık çoğunluk ilişkisi
üzerinden kurmanın yolu nispi temsil hukukudur. Ancak bu hukuk esas olarak
çoğulcu burjuva partiler için demokratik ve verimli olan sistemdir. HDP, organik bir parti olmalıdır ve
demokratikliği burjuva demokrasisi ile taban tabana zıttır. Bizler özel
türde bir demokrasiyi savunuruz. Yani çoğunluğu sınırlayan ve azınlığın
haklarını güvence altına alan bir program ve tüzüğü benimsediğimiz için Demokratik
Merkeziyetçilik bizim parti anlayışımızı özetleyen tek Marksist işleyiş
biçimi olmaktadır. Dolayısıyla, HDP şimdiden bir öncü partidir ve bütün
kitleyi bileşenlerin veya farklı
eğilimlerin, eğilim ve hizip oluşturma haklarını ve varlığını gözeten bir
hukuku ile kazanabilir ve eğer teslim olmak istenmiyorsa bu görev yerine
getirilmelidir.
• Şu anda savunulan Devrimci
demokrasi programı eklektik ve burjuvazinin egemen düşüncelerini yansıtır bu
nedenle burjuva ulus eşitliği terkedilmeli ve eşitlik yerine politik
körlük savunulmalıdır. Ulusal eşitlik yerine ulusal olanın, politik alandan
uzaklaştırılması ve bunun için her şeyden önce “Türk Sorunu” nun çözümü
savunulmalıdır. Bizim savunduğumuz Radikal Demokrasinin özeti şu olmalıdır: TC’nin
Türklükle tanımlanmasına son vermek devrimimizde ilk adımdır. İkinci adım ise
ulusların veya ulusçuların politik alandan uzaklaştırılmasıdır. İsteyen “bizler
uzaydan, dünya insanlarını tohumlamak üzere gelen türkleriz” desin, bu önemli
değildir, kişisel – özel bir sorun olarak durur ama türklük ulusu tanımladığı
anda gericiliğin pençesine düşmüşüz demektir.
• Radikal veya Devrimci Demokrasi
programı topyekûn ve bütünlüklü olmalı ve uygulanmalıdır. Ancak bu bütünlüğün
Kürdistan ve Türkiye ayağı kendi özgünlüklerini ve önceliklerini (komün veya
Sovyet yaklaşımıyla) gören bir yerden oluşturulmalı ve sürdürülmelidir.
Bütünlüklü programın yaşama geçmesi ancak bu biçimde gerçekleşebilir.
• BDP ve hiçbir sosyalist bileşen,
sosyalizm iddiasını devam ettirirken kendini sönümlendirerek HDP’ye
katılmamalıdır. Bu bileşenler birer eğilim olarak HDP veya HDK içinde yer
almalıdırlar. Eğer sosyalist iddia ve programatik görüşlerini koruyan her hangi
bir bileşen tek örgütü olarak HDP’yi görerek, sadece örgütsel olarak sönümlenip
HDP’ye katılırsa, “eşyanın doğası” gereği HDP’yi sosyalist görevlerin aracı
olması için zorlayacaktır. Bu durum,
HDP’nin gerçek işlevini yerine getirmesi için ufuk açıcı olacaktır.
• HDP, bir bütün olarak organik
partiye dönüşmelidir. Hedefleri farklı olan örgütlerin ortaklaştıkları hedefin
(Demokratik, Laik, Sosyal Bir Cumhuriyet) program ortaklığının eseri haline
gelen HDP’nin Radikal veya devrimci demokrasi mücadelesi programında ortaklaşan
bir örgüt olması, bileşenlerin anlamlı bir kısmının organik partiye evrilme
imkânlarının olduğunu var sayar. Sosyalist bileşenler ve Kürt özgürlük
mücadelesinin sosyalizan bloğu; devrimci demokrasi mücadelesinin başarısı
üzerinden, mücadeleyi bütün uluslara karşı mücadele alanına taşıyacak ve yeni
bir uygarlık (sosyalizm-komünizm) hedefinde; burjuva demokrasisinden milyon kez demokratik
cumhuriyetleriyle en elverişli imkanlara kavuşabilirler. Bu imkân, günümüzün
öncelikli ve pratik görevlerini zayıflatmayacak ölçüde bu günden somut
adımlarla değerlendirmeye başlanmalıdır. Bunun gereği olarak, sosyalist bileşenler ve Kürt özgürlük
hareketinin sosyalizan bloğu; birbirlerinin sosyalist devrim ve sosyalizme dair
görüşlerini etkileşime sokacak araçları yaratarak, pratikleştirme adımlarını
atmaya başlamalıdırlar.
“11- HDP–HDK
ilişkisi nasıl olmalıdır? Önümüzdeki süreçte bu –devam etmekte olan seçim
atmosferi de dikkate alındığında- HDP’nin uyutularak, yeniden HDK’nin
canlandırılması doğru olur mu? Olmazsa HDK nasıl bir anlam taşımalıdır?” (M.
Dalfidan)
Kongreler ya da
Meclisler devrim dönemlerinde kendiliğinden oluşan ikili iktidar organları
olmuşlardır. Bu bakımdan devrimci öncüler eliyle kurulamazlar. Kuruldukları
anda da başımıza gelen şey olur. Bir kongre toplanacaksa kongre gibi olmalıdır,
yani delegeler aracılığıyla oluşan ve program olarak da demokratik bir kongre.
Bizler böylesi demokratik adımları atamıyoruz çünkü Kongremizin ne programı
demokratiktir ne de tüzüğü… Muhsin
yoldaşımızın Kongre’den umudunu kesmesi gayet doğaldır. Dolayısıyla
“Meclislerimizle Geleceğe Yürüyoruz” türünden slogan veya temennilerle ne örgüt
kurulur ne de kongreler yapılır. Enerjiler boş yere çürür gider. O yüzden
Muhsin yoldaş gibi umutsuz olmak istemiyorsak her işimizi bir radikal demokrata
yakışır gibi yapmalıyız.
“12-SYKP’nin bu
sürece katılımı nasıl ve ne yönde olmalıdır?” (M. Dalfidan)
Bu maddeyi de
redakte etmek istersek aşağıdaki gibi olurdu.
SYKP, siyasal
programı ve amacı, örgütlenmesi ve eylemliliğinin muhtevası olarak işçi sınıfı
partisi değil, orta sınıf aydınlarını bir araya getirmiş öncü, komünist bir
partidir. Siyasal mücadelesinin
stratejik amacı ve hedefi demokratik ve sosyal cumhuriyet olmalıdır.
SYKP, Radikal
demokrasi perspektifle, tüm gücüyle HDP faaliyetinin içinde olmalıdır.
01 12 2014