1 Aralık 2014 Pazartesi

HDK-HDP TARTIŞMASI ÜZERİNE (Muhsin Dalfidan’a Yorum)




"1- HDK-HDP üzerinde yürütülen son dönem tartışmalar bir yana, genel olarak HDK ve HDP gerekli midir?” (M. Dalfidan)
Bu madde içinde üç bent halinde ele aldığınız konulara yaklaşımınız doğrudur. İkinci bent kendi içinde sorunludur. Bu bentte “sınıf mücadelesiyle devrimci demokrasi mücadelesi” iki ayrı ve fakat birleştirilmesi zorunlu mücadeleler olarak ortaya konulmuştur. Aslında sınıf mücadelesi ve devrimci demokrasi mücadelesi birbirinden farklı mücadeleler değildir. Siz sınıf mücadelesini “ekonomik” alanla sınırlamadığınız durumda politik olduğu apaçık bir gerçektir, sınıflar mücadelesi nesnel bir durum olduğuna göre iktidar veya siyasal alandan ayrı düşünülemez. Bizler ekonomist değiliz, her sınıf mücadelesi iktidar ile ilişkilendirilir ve bu bakımdan devrimci demokrasi ile doğrudan ilişkilidir.
Fakat siz bunlardan bahsetmiyorsunuz, kavramları başka anlamlarda kullanıyorsunuz. Şunu demek istiyorsunuz: Bizler sınıf mücadelesi veriyoruz, kürtler de devrimci demokrasi mücadelesi… ve ekliyorsunuz: bu ikisi birleştirilmelidir. Kullandığınız kavramlar doğru değil. Günümüzde hiçbir mücadele nesnel olarak sınıflardan bağımsız olamaz. Bu bütün Marksistlerin bildiği bir gerçektir. Sınıflar mücadelesi nesneldir ve bu nesnellik (gerçeklik) üzerinde hareket eden özneler (partiler, hareketler) vardır.
(Devrimci demokrasi, Radikal demokrasi veya genel olarak demokrasi konusu ilerde ele alınacaktır.)
“2- Genel olarak HDK-HDP’nin gerekliliği tartışma götürmez. Ancak HDP seçim partisi olarak kurulmuşken, seçimlerden sonra HDP’nin seçim partisi olarak devam etmemesi gerektiği/edemeyeceğinde ortaklaşılmış görünüyor. Bunun nedeni nedir?” (M. Dalfidan)
Göründüğü kadarıyla HDP, HDK’nin önüne geçmiştir. Bu durum doğal (nesnel) bir gerçektir. Çünkü HDK gibi meclislere dayanan bir yapı ve adı kongre olan bir yapı devrimci mücadelenin en zirve noktalarında oluşur. Dünyanın her yerinde de böylesi yükselişler sırasında kendiliğinden oluşur. Bizde ise farklı bir gelişme göstermiştir. HDK kitleler tarafından değil, kitlelerin politik öncülüğüne soyunan politik örgütlenmeler eliyle kurulmuş olduğundan böylesi sorunlar yaşanmaktadır. Aslında HDK gerçek bir kongre de değildir. Öyle olmadığından, HDK de gerçek bir parti olmamıştır. Yani doğum Kürt Özgürlük Hareketi’nin zorlaması sonucu Kıvılcımlı’nın deyişiyle “devrim zorlaması ve demokratik zortlama” biçiminde olmuştur.
(Meclis konusu ilerdeki bahislerde tekrar ele alınıyor.)
“3-Asıl olan HDK ise, HDP’nin seçim partisi olarak kalması daha doğru değil midir?” (M. Dalfidan)
HDP seçim partisi olarak kurulmamıştır en azından bizler böyle bilmiyorduk. Seçimler yaklaşırken kurulmuş olması bu partiyi seçim partisi yapmaz. Bu varsayıma göre kitlelere yalan söylenmiştir çünkü HDP program ve tüzüğünde bu manada hiçbir şey yoktur. Eğer bir seçim partisi ise bu programında yazardı ve uzun uzun program ve tüzük tartışmasına da gerek kalmazdı.
HDP bir seçim partisi olarak da örgütlenebilirdi ama bu kitleler açık açık söylenmeliydi. Ve bu açıklık seçim bildirgesinde açık açık yer almalıydı. Bu açıdan bakıldığında Bürokrasi kaçınılmaz olarak hakim konuma gelir. Çünkü partiyi kontrol kaçınılmazdır. Ve aslında parti önderliği de yoktur çünkü bürokrasinin olduğu yerde önderler değil, bürokratik tüzükler olur. (Başımıza gelen belalar da bundandır.)
HDK ilk önce cinleri (siz bunları “bileşenler” biçiminde okuyun!) toplamış ve sonrasında bunlardan kurtulamamıştır. Kendimize dışardan baktığımızda görünen durum budur!
 (Bileşenler ve özelde SYKP ile HDP-HDK ilişkisi üzerinde durulacaktır.)
“4-Demokrasi, demokratik hak ve özgürlükler, radikal demokrasi ve devrimci demokrasi nedir?” (M. Dalfidan)
Bu bağlamlarda ele alınan kavramlarda tam bir karışıklık söz konusudur. Muhsin arkadaş bu kavramlara açıklık getirmek istemektedir ama bu kavramları kimler öyle kullanmaktadır ve Muhsin kimleri eleştirmekte veya katkılar sunmaktadır bilemiyoruz. Bahsedilen kavramlar Marksizm içinde farklı anlamlara sahiptir. Her şeyden önce demokrasi bir devlet biçimidir ve burjuvazi demokrasi savaşımını bırakalı epey zaman geçmiştir.
Marksizmde Paris Komünü ve Sovyet deneyi vardır en çok bilinen… Paris Komünü ve Sovyetler Birliği demokratik bir cumhuriyettir. Demokratik cumhuriyet ile Proletarya Diktatörlüğü aynı şeydir. Bunlar sanki iki farklı devlet biçimi imiş gibi konulmaktadır. Bakınız Marks, Engels, Lenin vb önderlerimiz “proletarya diktatörlüğünü görmek mi istiyorsunuz? –Paris Komünü’ne bakın!” sözünü tekrar tekrar ikrar etmiş olmalarına rağmen bu farklı kavrayışlar günümüzde gittikçe karmaşık hale getirilmektedir. Bu özellikle yapılmaktadır çünkü hiçbir yaklaşım sınıflardan bağımsız değildir. Yani varlık düşünceyi belirler, son tahlilde…
Biz Marksistler başka türlü bir devlet biçimini savunmayız. Ama gerici bir diktatörlük (kendini bir etniyle, kanla, soyla, ırkla vb. tanımlayan faşizm veya kendini bir dinle tanımlayan devlet biçimleri de faşizm olarak değerlendirilebilir) karşısında en kötü burjuva demokrasisini de savunuruz. (Gericilik vardır –kendini kültürle, tarihle, coğrafyayla, dille tanımlayan ulus-devlet- bir de çifte kavrulmuş gericilik –kendini, bir etni ile, dinle tanımlayan ulus-devlet) vardır. Bizler bu tip ulus-devletleri de gerici olarak görmekten vaz geçmeyiz ve programımızda bunların yıkılmasını söyleriz ama en kötüsü karşısında kötünün iyisini seçtiğimizi açık olarak söyleriz. Nitekim Rojava’da karşılaştığımız durum budur. Şimdilik Barzani veya ABD ve veya AB ile zorunlu bir ittifak kurmuşuzdur. Ölmemek için paramızı veya malımızı vermişizdir. Politik hareketler böylesi geri çekilmeler yaşarlar ama bu geri çekilmeleri de açık bir dil (taktik) ile kitlelerin önüne konulmalıdır.
Radikal Demokrasi de bu bağlamda konulmalıdır. Siz ortalıkta dolaşan Radikal Demokrasi ile Marksist Radikal Demokrasi arasındaki farkı her adımda ortaya koymalısınız. Bizce Radikal Demokrasi ile Demokratik Cumhuriyet veya Proletarya Diktatörlüğü aynı şeylerdir.
Chantal Mouffe ve Habermas’tan Laclau’ya; Negri’den Öcalan’a kadar diğer bütün demokrasi projeleri bu ilişkiyi ters yüz etmekte ve demokrasiyi bir rejim; bir yönetim biçimi olarak tanımlamaktadır. Onlar toplulukların (Ulusların) eşitliğini savunmaktadırlar. Radikal veya gerçek demokrasi ise bu eşitliğin ancak ulusların politik alanın dışına atılmasıyla sağlanabileceğini savunur.
Bu bahis birkaç fırça darbesi ile anlatılamayacak denli derinliklidir ve Muhsin yoldaşımız da bir Marksist olarak bunun farkındadır. Şimdilik bu bahse bir ara verelim ve Radikal Demokrasi üzerine yapılan tartışmalara Google üzerinden ulaşılabileceğini ifade etmekle yetiniyoruz.
“5- Kürt sorunu öncelikli sorun değil mi? Öyle ise, öncelikle Kürt sorununun çözümü ve bunun için HDP’nin esas olarak Kürt sorunu merkezli bir devrimci demokrasi mücadelesinin öznesi olması uygun olan değil midir?” (M. Dalfidan)
Bu maddede ele alınan yaklaşımlar genel olarak doğrudur. PKK “Kürt Sorunu”nu Demokratik Cumhuriyet veya aynı anlamda bir Radikal Demokrasi ile çözüme kavuşturmak istemektedir. Bu bir demokratik devrim demektir. Ve her devrim devletin yıkılması ve demokratik bir temel üzerine yeniden kurulmasını programlaştırmak zorundadır. Mevcut yasalar içinde bu açık bir dille söylenmeyebilir ama uygun bir dil her zaman bulunur. Amaç devletin dönüştürülmesi veya reformlar değil, devrimdir. Değiştirmek istiyorsanız bu zorunluluk bütün kitleler önüne açık biçimde konulmalıdır. Aşağıya aktarılan cümle ile aslında söylenmek istenen budur!
“Demokratik çözüm, ancak egemen ulus ve devletin topyekûn demokratikleşmeye zorlanması ve sağlanmasıyla mümkün olacaktır.” (M. Dalfidan)
Hiçbir sosyal hareket kendi öznelerinin gücüyle başarıya veya zafere ulaşamaz. Bu da tarihin bize öğrettiği acı bir derstir. Bu gerçeklik işçi sınıfı yanında yer alan tüm Marksistler açısından öğrenilmesi gereken ilk derstir. Bu dersi ilk önce Öcalan “Kürt Sorunu” bağlamında idrak etmiş ve bilince çıkarmıştır. O yüzden yeni bir stratejik hamleyi Demokratik Cumhuriyet olarak yapmak zorunda kalmıştır. İşçiler, işçi sınıfının çıkarlarını savunarak iktidara gelemezler, bunun için tüm ezilenleri aynı bayrak (program) altında bir araya getirmeleri gerekir. Bu durumda o hareket veya parti bir işçi sınıfı partisi veya işçi hareketi olmaktan çıkar, çıkmak zorunda kalır. (Bu sorun o yüzden Marksizmin bir sorunu haline gelir.)
Bu bakış açısıyla görüşlerimizi tekrar ifade edelim: “Kürt Sorunu” biz Marksistlerin öncelikli sorunu değildir, bizim öncelikli sorunumuz “Türk Sorunu” olmalıdır. Kısaca amacımızı (programımızı) ifade edelim: Ulusun veya Devletin Türklükle tanımlanmasına son vermek…
Eğer bu sorunu öncelikli olarak çözersek o zaman bütün ezilenler bizi takip eder. PKK’nin temsil ettiği yoksul köylüler ve işçiler de öyle… Türk Sorunu olduğu için Kürt Sorunu vardır. Bu devlet yada ulus kendini Türklükle tanımladığı için Kürt Sorunu, Ermeni Sorunu, Azınlıklar Sorunu veya Aleviler Sorunu vardır. O yüzden bütün muhalefet bu amaçla hareket etmek zorundadır, aksi halde hiçbir sorun çözülemez.
“6- Sadece Kürt sorununun demokratik çözümünün gerçekleştiği diğer yönleriyle otoriter ve totaliter bir devlet yapısının devam ettiği bir durumun mümkün olmadığı açıktır. Dolayısıyla Kürt sorunuyla sınırlı bir demokrasi mücadelesinin gerçekçi ve başarısının mümkün olmadığını görüyoruz. Ama HDP’nin topyekûn devrimci demokrasi mücadelesinin öznesi olacak bir parti olarak örgütlenmesinin ve diğer bileşen partilerin HDP içine tam boy girerek ve gömülerek sönümlenmelerinin ne sakıncası olabilir? Olması gereken bu değil midir?” (M. Dalfidan)
Yukarıda ele alınan bahis iki kısımda ele alınmalıdır. Birinci cümle içinde özneler ve çıkış konusunu 5. Madde içinde vermiş durumdayız. Gelelim ikinci kısımda söylenenlere yani, “diğer bileşen partilerin HDP içine tam boy girerek ve gömülerek sönümlenmeleri…” meselesine…
Biz Marksistler hiçbir bileşenin sönümlenmesine karşı değilizdir. Tüm partiler sönümlenmelidir, HDP de sönümlenmelidir. Ama Muhsin yoldaşımız HDP içinde sönümlenmeyi kastetmektedir. Bu kasıtta olanlar var mıdır, bilmiyoruz. Kimlerdir bunlar? Eğer bilenlerimiz varsa yardımcı olsunlar.  “bu savunu sahiplerinin başında HDP içindeki bağımsız özneler gelmektedir” diye açıklıyor Muhsin yoldaş…
Bu bağımsız özneleri tanımıyorum. Ayrıca şu BAĞIMSIZ ÖZNE ile anlatılmak istenen nedir? HDP içinde partili olmayanlar mı vardır? Bu nasıl olur? Bir özne eğer partili ise bağımsız olamaz ki?!
BİR PROTESTO
HDP’li HDK’li OLANLAR ASLA BAĞIMSIZ DEĞİLDİR. BU ÜYELERE BİR HAKARET olmasında öte eşyanın tabiatına, bilime (sosyoloji olarak marksizme) İHANET  olmaktadır. Derhal bu tutumdan ve belirlemelerden vazgeçilmelidir. Çünkü bileşenler bütün muhalefet karşısında henüz azınlıktırlar ve bütün muhalefet bir araya geldiğinde ve gelmesi isteniyorsa bütün bağımsızlar HDP içinde yer almaları ile mümkündür.
Şu gerçeği ortaya koyalım: hiçbir bileşen üye tabanını genişletememektedir. Ve HDK-HDP içinde yer alan bileşenler bunun suçunu Kürtlere atmaktadır. Aslında “Herkes HDP’ye!” başlığı ile kaleme alınan yazımızda bu varsayımları eleştirmiştik. Benzer varsayımı burada da görmekteyiz. Bu varsayımlar temelde metafiziktirler, şöyle ki bu varsayımlara göre “bilinç, varlığı belirlemektedir”.  Muhsin yoldaşımızın üç bent halinde sıraladığı yaklaşım tamamen metafiziktir.
  “a-Komünist görüşlere sahip olmamak dolayısıyla komünizm mücadelesi diye bir sorunu olmamak.  Sadece demokrat olmaktır. (Bunun suçlama konusu olacak bir durum olmadığını, doğal ve meşru bir tercih olduğunu belirtmek isterim.)
b-Komünizmi ütopya olarak anlamlı bulmak ama değişik gerekçelerle gerçekleşme ihtimaline inanmamak.
c-Demokrasi mücadelesi ile sınıf-komünizm mücadelesi arasında ardıl bir ilişki kurmak. Önce demokrasi mücadelesini başarıya ulaştıralım, sonra sınıf-komünizm mücadelesinin araçlarını geliştirir ve sınıf mücadelesini yürütürüz anlayışını savunmak.
Bu gerekçeler aynı zamanda, komünist öznelerin-partilerin kendilerini sönümlendirerek HDP’ye katılmalarının mümkün olmamasının da gerekçeleridirler.” (M. Dalfidan)
“Bizim hareket noktamızı oluşturan öncüller, keyfi temeller, dogmalar değillerdir; bunlar, onlara ilişkin soyutlamaların ancak imgelemde yapılabileceği gerçek öncüllerdir. Bunlar gerçek bireylerdir, bu bireylerin eylemleri ve —hem hazır buldukları hem de kendi eylemleriyle yarattıkları— maddi yaşam koşullarıdır. Bu öncüller, demek ki, ancak ampirik olarak oluşturulabilirler.” (Alman İdeolojisi)
Sık sık duyarız: “komünizm, ulaşılması gereken bir yüce amaç değildir, o toplumun sınıflara bölünmesine bir son veren maddi koşulların bir sonucudur” diye… Yani bizler bilimle hareket ederiz, parlak düşüncelerle değil… ütopyalar, fikirler sadece bu maddi olguların soyutlaması olarak kabul edildiğinde bilimsel olmaktadır.
Bir an için Muhsin arkadaşımızın saydığı üç gerekçenin başkaları tarafından aynen savunulmakta olduğunu varsayalım. Bu durumda dahi bizler neden sönümlenelim ki?
Sönümlenme konusuna bir parantez açalım: bizler sönümlenebilir bir devletten yanayız. Bu tip bir devlet Paris Komünü veya Sovyetler tipinde bir demokratik cumhuriyettir. Bu nedenle bizler Radikal Demokrasiyi savunmaktayız. Marksizm konuyu böyle almaktadır. O halde siyasal örgütler neden sönümlenmek üzere harekete geçmesin? Bizler yıllar önce “Leninist partinin amacının kendisini sönümlendirmek için gerekli maddi koşulları hazırlamak” biçiminde hareket ediyorduk. Maalesef bu gelenekler unutuldu. Şimdi başka bir formül altında söylediklerimizi özetleyelim: bizler (Marksistler) kendimizi gereksiz hale getirecek koşullar için mücadele ederiz
Muhsin arkadaşımızın bahsettiği son gerekçeyi bizzat EMEP veya ESP’li yoldaşlarımızdan duymuşuzdur. “İlk önce şu kürt sorunu çözülsün, sonra da işçi sorunu çözülür” ya da “ulusların kardeşliği ancak eşitlikle mümkündür” şeklinde… Doğrusu bu varsayım da Muhsin yoldaşımızın üzerinde durduğu biçimiyle bir gerçekliktir.
Bu gerçeklik dipteki akıntıların yeryüzüne çıkmasıyla anlaşılabilir ve maalesef şimdilik bu mümkün görünmüyor. Ama bu dip akıntılarını bulup bilince çıkarmak bizim işimizdir. Varsın diğerleri böyle düşünsün, şu halde onlar bizim karşımızda değildirler. Onlar yoldaşlarımız olarak kalırlar. Sınıflar mücadelesinin maddi bir gerçeklik olduğu herkes tarafından eni sonu kabul edilmektedir zaten. Hatta “ulusal mücadelenin, sınıflar mücadelesi olmadığı”nı söylemek dahi sınıflar mücadelesinin kanıtı olmaktadır. Bunu böyle ifade edenler de sınıflar mücadelesinde nerede durduklarının kanıtını sunmaktadırlar, zaten…
Bizler her zaman şu gerçeği dip akıntılara bakarak ifade ederiz: tarihte hiçbir düşünce tarih ve toplum üstü olamaz ve varlık, bilinci belirler, tersi değil…
Bileşenlerin Sönümlenmesi -  Eğilimler (Hizip-Fraksiyon) Özgürlüğü
Bizler tüm bileşenlerin HDP veya HDK içinde bir Eğilim veya Fraksiyon olarak kalmaları gerektiğini söyleriz. Yani bütün bileşenler kendi program anlayışlarını veya savunduklarını HDK veya HDP içinde savunmalıdırlar ama bileşenler olarak değil, oraya gönderdikleri üyeleri aracılığıyla ve kattıkları güç oranında… Bu güç çoğu zaman teorik-politik olur. Yani maddi güç illa ki üye sayısı ile olmaz. “Fikirler, kitlelere nüfuz ettiğinde maddi bir güç haline gelirler” değil mi? İşte öyle… Karar aşamasında ise üye sayıları belirli olduğundan ne kadar üyeyi kendi düşüncelerine kazandıkları açığa çıkar. Böylece her eğilim bir sonuç çıkarma imkanı bulur.
HDK veya HDP içindeki eğilimler kendi içlerinde toplanabilir, tartışabilir ve Partiye veya Kongre’ye önerge olarak verebilir ve bir karar alınması için çoğunluğu kazanma hakkına sahip olmalıdır. Bu haklar demokratik veya devrimci bir partide olmazsa olmaz haklardır. SYKP içinde yaptığımız bu tartışmalar elbette HDP’li olsak dahi devam eder, etmelidir. Yani aslında HDP içinde sönümlenmiş olmayız ve hiç kimse de bunu bizden talep edemez, etse dahi karşılık bulmaz.
Bizce bir mail grubu dahi bileşenler için yeterli bir örgütlülüğü sağlayabilir ama arzu ediliyorsa bir SYKP üssü oluşturulur, oluşturulmalıdır. Bizce bu yeterlidir. Yani dünya kadar enerjiyi israf etmeye gerek yoktur. Yukarıda ele aldığımız bahislerde bütün enerjileri bir potaya dökmenin önemi üzerinde durulmuştur. Bizler bunu yaparak örnek olmalıyız. Eğer fikirlerimiz güçlüyse sönümleniriz veya yok oluruz diye korkmamıza gerek yoktur. En basit kanıt bizzat Ertuğrul Kürkçü olmaktadır. Bu yazıları yazan olarak bizler de SYKP’den istifa edip, HDP’ye girmiş olmamıza rağmen, parti ile ilişkilerimizi koparmamışızdır.
“HDP içine tam boy girmek ve HDP’ye gömülmek” (M. Dalfidan) bu bakımdan bir sorun olmamaktadır. Muhsin yoldaşımız da bunu yeterince açıklamaktadır bu madde sonunda…
“7- BDP’nin kendisi için öngördüğü gibi (kendini HDP’ye doğru sönümlendirme) bir katılım mümkün ve doğru mudur?” (M. Dalfidan)
a-Parti hukuku özü itibariyle mevcut haliyle devam etmelidir. Karar ve icra süreçlerini belirleyen parti yapıları yani tüm parti organları bileşenlerin ortak ve eşit katılımıyla  (%60’ı bileşenlerden ve %40’ı bağımsız bireylerden) oluşturulmaya devam edilmelidir. (Aynı yerde)
Demokratik bir partide en üst organ kongredir. Kongre tüzüğü veya programı onaylar veya değişikliğe gider. Yukarıda belirtilen oranlar bizce bürokrasinin garanti altına alınmasından başka bir anlam taşımaz. Ve üstelik HDP üyelerinin kafasına dayatılmış bir tabancadan farksız olmadığından ve böylesi silahlara ancak silahların eleştirisi ile cevap verilebileceğinden bu silahı kongreye sunmak ve onaylatmak gerekir.
Bu nasıl olur? Demokratik bir parti veya kongre en alttan başlamak üzere, ilk önce ilçe delegelerini, ilçe delegeleri arasından il delegelerini, il delegeleri arasından (uygun görülürse) bölge delegelerini, bölge delegeleri arasından da ulusal kongre delegelerini seçer. Demokratik bir tüzük varsa böyle bir seyir izlenir. Diyelim ki en üst kongre bu kotalara uymuyor ama seçimler de demokratik olarak gerçekleşmiş. O zaman ne olacak?
Diyelim ki bu kotaları en alttan başlayarak oluşturduk. Hiçbir zaman bu kotalar tutmaz, yani kadınlar için kotayı tuttursak bile bu bileşenler için veya bağımsızlar için mümkün olmamaktadır.
Neden kotalar uygulamak yerine kongreyi bağlayacak kararlar almıyoruz? Bu daha rasyonel ve olanaklı değil midir?
Diyelim ki kongre hiçbir azınlık aleyhine karar alamaz! Şeklinde basit bir karar aldık. Bu yeterli değil midir? Bizce cinsel kotalar teoriye uygundur ama bileşenler değil… Ya da azınlık olarak görülen bütün ezilenler için kota teorik olarak uygun ve zorunlu olmalıdır ama bileşenler için değil…
Aslında hiçbir azınlık aleyhine karar alamaz dendiğinde sorun kalmaz ama hangi kararın lehte ve alayhte olduğunu kim belirleyecek? Bu da çözülebilecek bir sorudur. Bütün bileşenlerin olduğu bir Danışma Kurulu bu işi çözer. Ama bu kurulun görevi de bu işle sınırlanır. Ve Danışma Kurulu “şu karar şu azınlık veya bileşen için, şu manaya gelmektedir” biçiminde bir tavsiyede bulunur.
“8-BDP’nin HDP’ye katılımına karşı, kabul edilemez gerekçeler dillendirilmekte midir?” (M. Dalfidan)
Evet bu gerekçeler Muhsin yoldaşımızın da ifade ettiği gibi kabul edilemez gerekçelerdir. O yüzden daha fazla söze gerek yok! BDP’nin HDP’ye katılması demek, batıda önemli bir ağırlık oluşturan Kürt işçilerin ki bunlar demokratik ve devrimci işçilerdir, bu sınıfla aynı çatı altında olmak demek olduğundan gerekçeler tamamıyla kabul edilemez!
Bu sınıf aynı zamanda laiktir de… Devletin Türklükle tanımlanmasına karşı çıktığınız an bu sınıfı da kazanmanız mümkün hale gelir.
Hukuksal tedbirler ise bürokrasi demektir. Muhsin yoldaşımız bir Marksist olarak bu bahiste de isabetli tespitler yapmıştır. Kendisini tebrik ediyoruz. “HDP içinde de ideolojik mücadele vermek ve ideolojik hegemonya oluşturmaya çalışmak gerekli ve meşru bir görevdir. Bunu iyi yapanın, diğerlerini etkilemesinden kaçmak için hukuksal tedbirler almak çözüm değildir.” Bu madde altında savunulan yöntem tüm yazıya aktarıldığında ise SYKP’nin tüm gücüyle HDP içine girmesi sonucu doğal olarak çıkar…
“9- Seçim partisi, gerçek parti, organik parti, ittifak patisi ve konfederal parti, cephe ve cephe partisi tanımlamalarının anlamı nedir?” (M. Dalfidan)
Bu maddede ele alınan tanımlamalar tamamen normatif kavramlardır bu bakımdan eleştiri konusu edilemezler. Ne olduğunda anlaşılırsa veya kavram kargaşası yaratılmazsa kullanılabilir. Fakat arada anlaşılmayan ve tutmayacak olan kavramlar üzerinde duralım.
Seçim partisi, adı ile anıldığında seçimden seçime kurulan, işi gücü seçimlerle sınırlı olan bir partiyi akla getirmekte olduğundan ve bizlerin hiç de onaylayamayacağı bir tür olarak göze batmaktadır. Seçimler, Marksistler için taktik manevralar alanıdır. Taktik icabı parti kurulması pek de teoriye uygun bir davranış olmaz. HDP ise bir seçim partisi olarak görülmektedir. Anlaşılan kitleler henüz bilinçlenmemiş veya bu partiye emek verenler bu işi başaramamışlardır.
Gerçek parti ile kastedilen şey de normatif bile değildir. HDP dışındaki partiler gerçek partiler olarak konulmaktadır. HDP olmasaydı o zaman gerçek parti ayrımına da gerek kalmayabilir gibi bir algı oluşturan bu tanımlar üzerinde durmak gerekir.
Organik parti ise hem monolitik hem de çoğulcu olabilmektedir deniyor. Program çoğulcu ama yine de monolitik nasıl olabilir bilmiyoruz. Herhalde çoğulcu kavramından kaynaklanıyor bu kavram kargaşası. Biz bir işçi partisiyiz dendiğinde monolitik gibi dursa da aslında bu partinin bütün ezilenleri veya azınlıkların kurtuluşunu hedeflemesi durumunda çoğulcudur gibi bir şey kastediliyor olsa gerek.
Yine de bu bir karmaşadır. Partiler bir fikirle doğmazlar, onlar toplumda her zaman belirli bir kast ya da sınıfın çıkarları ile çakışan hareketlerin politik yüzleridirler. O yüzden de bu tür kavramları ortaya atıp tartışırken üzerinde dikkatle durmak gerekir.
Örneğin, Leninist Parti bir öncü partisidir, işçi partisidir, komünist bir partidir, organik ve gerçek bir partidir. Ve seçimlere girmesi ayrı bir parti olması için yeterli bir şey midir, bilemiyorum.
Marksizmde bir öncü parti, işçi partisi, komünist parti, kitle partisi, tarihsel parti anlayışı var olmuştur veya tartışılmıştır. Muhsin yoldaş ilk önce bu kavramlarla hareket etmeliydi ama o kendi tercihi olarak başka bir şey denemiştir. Olabilir ama bu diğer öncüllerle birlikte ele alınmış olsaydı daha bütünlüklü bir Marksist parti anlayışına katkı sunmuş olurdu. Bunun önünde sanırım engel de yok ve Muhsin yoldaş bu işi pekala yapabilir.
“10-HDK’nin seçim aracı olarak kurgulanan HDP artık başka bir içerikle yoluna devam edecek ise; bu içerik bir önceki sorudaki tanımlamalar bağlamında nasıl olmalıdır? Bileşenlerin ve bireylerin hukuku nasıl olmalıdır? Kitlesel üyelikler yapılmalı mı? Bu konuda gündeme gelen organik parti, gerçek parti gibi tartışmalara nasıl bakmalıyız? “Konfederal parti” kavramsallaştırılmasını kullanabilir miyiz? Büyüme Stratejisi ne olmalıdır?” (M. Dalfidan)
Yukarıdaki maddede yer yer kendi görüşümüzü Muhsin yoldaşın yazılı metni üzerinde redakte ederek ifade etmeyi seçiyoruz.
             HDP’nin yeniden yapılanması demokratik – sosyal cumhuriyet programı ile gerçekten demokratik bir programa kavuşturulmalı ve bundan bağımsız olmamak üzere, bütün üyelerin eşitliğini öngören demokratik bir tüzüğü benimsemelidir.
             Bileşen hukuku geçerliliğini devam ettirmemelidir. (Eşit katılımlı %60 bileşen ve %40 birey) Çünkü bu yaklaşım anti demokratiktir. Biz devrimciler en tutarlı demokratlar olduğumuzdan, hiçbir anti demokratik yapılarda yer almayı istemeyiz. Gücümüz yettiğince bütün ortamları demokratikleştirmeye çalışırız.
             Bugün için azınlık çoğunluk ilişkisi değil, çoğunluğun özgürlüğünü sınırlayan bir program ve tüzük ilişkisi geçerli olmalıdır. Çünkü Radikal Demokrasi özel türde bir demokrasidir. Mutabakatlar veya ittifaklar olabilir ama buna da Kongre karar verir. Kitlesel üyelik bütün partiler için bir haktır ve bu hakkı hiç kimse engelleyemez. Kitlesel üyeliğin olduğu partide bileşen temsiliyetinin eşitliği ve mutabakat üzerinden faaliyeti sürdürmek sorunludur. Bu sorunu aşmak için Kongre, bileşenlerin veya bütün azınlıkların olduğu ve her zaman için genişletilebilir Danışma Kurulu şeklinde parti dışı kurullar oluşturabilir. Kitlesel üyeliğin olduğu partide bileşen örgütlerin ve bağımsız bireylerin hukukunu azınlık çoğunluk ilişkisi üzerinden kurmanın yolu nispi temsil hukukudur. Ancak bu hukuk esas olarak çoğulcu burjuva partiler için demokratik ve verimli olan sistemdir.  HDP, organik bir parti olmalıdır ve demokratikliği burjuva demokrasisi ile taban tabana zıttır. Bizler özel türde bir demokrasiyi savunuruz. Yani çoğunluğu sınırlayan ve azınlığın haklarını güvence altına alan bir program ve tüzüğü benimsediğimiz için Demokratik Merkeziyetçilik bizim parti anlayışımızı özetleyen tek Marksist işleyiş biçimi olmaktadır. Dolayısıyla, HDP şimdiden bir öncü partidir ve bütün kitleyi  bileşenlerin veya farklı eğilimlerin, eğilim ve hizip oluşturma haklarını ve varlığını gözeten bir hukuku ile kazanabilir ve eğer teslim olmak istenmiyorsa bu görev yerine getirilmelidir.
             Şu anda savunulan Devrimci demokrasi programı eklektik ve burjuvazinin egemen düşüncelerini yansıtır bu nedenle burjuva ulus eşitliği terkedilmeli ve eşitlik yerine politik körlük savunulmalıdır. Ulusal eşitlik yerine ulusal olanın, politik alandan uzaklaştırılması ve bunun için her şeyden önce “Türk Sorunu” nun çözümü savunulmalıdır. Bizim savunduğumuz Radikal Demokrasinin özeti şu olmalıdır: TC’nin Türklükle tanımlanmasına son vermek devrimimizde ilk adımdır. İkinci adım ise ulusların veya ulusçuların politik alandan uzaklaştırılmasıdır. İsteyen “bizler uzaydan, dünya insanlarını tohumlamak üzere gelen türkleriz” desin, bu önemli değildir, kişisel – özel bir sorun olarak durur ama türklük ulusu tanımladığı anda gericiliğin pençesine düşmüşüz demektir.
             Radikal veya Devrimci Demokrasi programı topyekûn ve bütünlüklü olmalı ve uygulanmalıdır. Ancak bu bütünlüğün Kürdistan ve Türkiye ayağı kendi özgünlüklerini ve önceliklerini (komün veya Sovyet yaklaşımıyla) gören bir yerden oluşturulmalı ve sürdürülmelidir. Bütünlüklü programın yaşama geçmesi ancak bu biçimde gerçekleşebilir.
             BDP ve hiçbir sosyalist bileşen, sosyalizm iddiasını devam ettirirken kendini sönümlendirerek HDP’ye katılmamalıdır. Bu bileşenler birer eğilim olarak HDP veya HDK içinde yer almalıdırlar. Eğer sosyalist iddia ve programatik görüşlerini koruyan her hangi bir bileşen tek örgütü olarak HDP’yi görerek, sadece örgütsel olarak sönümlenip HDP’ye katılırsa, “eşyanın doğası” gereği HDP’yi sosyalist görevlerin aracı olması için zorlayacaktır.  Bu durum, HDP’nin gerçek işlevini yerine getirmesi için ufuk açıcı olacaktır.
             HDP, bir bütün olarak organik partiye dönüşmelidir. Hedefleri farklı olan örgütlerin ortaklaştıkları hedefin (Demokratik, Laik, Sosyal Bir Cumhuriyet) program ortaklığının eseri haline gelen HDP’nin Radikal veya devrimci demokrasi mücadelesi programında ortaklaşan bir örgüt olması, bileşenlerin anlamlı bir kısmının organik partiye evrilme imkânlarının olduğunu var sayar. Sosyalist bileşenler ve Kürt özgürlük mücadelesinin sosyalizan bloğu; devrimci demokrasi mücadelesinin başarısı üzerinden, mücadeleyi bütün uluslara karşı mücadele alanına taşıyacak ve yeni bir uygarlık (sosyalizm-komünizm) hedefinde; burjuva demokrasisinden milyon kez demokratik cumhuriyetleriyle en elverişli imkanlara kavuşabilirler. Bu imkân, günümüzün öncelikli ve pratik görevlerini zayıflatmayacak ölçüde bu günden somut adımlarla değerlendirmeye başlanmalıdır. Bunun gereği olarak,  sosyalist bileşenler ve Kürt özgürlük hareketinin sosyalizan bloğu; birbirlerinin sosyalist devrim ve sosyalizme dair görüşlerini etkileşime sokacak araçları yaratarak, pratikleştirme adımlarını atmaya başlamalıdırlar.
“11- HDP–HDK ilişkisi nasıl olmalıdır? Önümüzdeki süreçte bu –devam etmekte olan seçim atmosferi de dikkate alındığında- HDP’nin uyutularak, yeniden HDK’nin canlandırılması doğru olur mu? Olmazsa HDK nasıl bir anlam taşımalıdır?” (M. Dalfidan)
Kongreler ya da Meclisler devrim dönemlerinde kendiliğinden oluşan ikili iktidar organları olmuşlardır. Bu bakımdan devrimci öncüler eliyle kurulamazlar. Kuruldukları anda da başımıza gelen şey olur. Bir kongre toplanacaksa kongre gibi olmalıdır, yani delegeler aracılığıyla oluşan ve program olarak da demokratik bir kongre. Bizler böylesi demokratik adımları atamıyoruz çünkü Kongremizin ne programı demokratiktir ne de tüzüğü…  Muhsin yoldaşımızın Kongre’den umudunu kesmesi gayet doğaldır. Dolayısıyla “Meclislerimizle Geleceğe Yürüyoruz” türünden slogan veya temennilerle ne örgüt kurulur ne de kongreler yapılır. Enerjiler boş yere çürür gider. O yüzden Muhsin yoldaş gibi umutsuz olmak istemiyorsak her işimizi bir radikal demokrata yakışır gibi yapmalıyız.
“12-SYKP’nin bu sürece katılımı nasıl ve ne yönde olmalıdır?” (M. Dalfidan)
Bu maddeyi de redakte etmek istersek aşağıdaki gibi olurdu.
SYKP, siyasal programı ve amacı, örgütlenmesi ve eylemliliğinin muhtevası olarak işçi sınıfı partisi değil, orta sınıf aydınlarını bir araya getirmiş öncü, komünist bir partidir.  Siyasal mücadelesinin stratejik amacı ve hedefi demokratik ve sosyal cumhuriyet olmalıdır.
SYKP, Radikal demokrasi perspektifle, tüm gücüyle HDP faaliyetinin içinde olmalıdır.
01 12 2014