5 Şubat 2015 Perşembe

Bir “Küçük Moskova” Tuzluçayır Mahallesi


Tuzluçayır Mahallesi, Mamak İlçesi’ne bağlı olup adının nereden geldiği konusunda net bir bilgi yoktur. Yaşayanlar veya internet üzerinden bilgi taraması yapıldığında buna dair bilgiye ulaşılamamaktadır. Belki devlet, hükümet, üniversite arşivlerinde veya basılı yayınların taranmasında buna dair bulgular elde edilebilir, fakat ne yazık ki şu anda böylesi bir bilgiden mahrumuz. Kendisiyle görüştüğümüz Yelda Yürekli arkadaşın, “80 DARBESİ VE TOPLUMSAL MUHALEFETE ETKİSİ: MAMAK/TUZLUÇAYIR MAHALLESİ ÖRNEĞİ” başlıklı Lisans Tezi Tuzluçayır’a dair, mevcut tek akademik çalışma özelliğinde olup, pek yakında henüz adı konulmamış bir kitabı da yayınlanma aşamasındadır.
Tarih konusu ise kendi içinde de tartışmalı bir sorun olmaktadır. Tarih denilince insanların aklına ilk önce geçmiş zaman gelmektedir doğal olarak ama geçmiş tarih, şimdiki insanların, sınıfların, kastların, eğilimlerin veya hareketlerin, ideolojilerin, politikaların merceğinden ne kadar bağımsız olabilir? Şu da bir gerçektir, insanlar ya da gruplar vs. geleceği nasıl görmek istiyorlarsa, geçmişe de o açıdan bakarlar. Ve şu da bir gerçektir ki insanların ya da grupların sosyal varlığı ya da gerçekliği geçmiş ve gelecek tarihi değerlendirmelerinde asıl belirleyen olmaya devam etmektedir. Bütün bunlardan bağımsız gerçekliğe ulaşmak ise bir hayli zordur. O yüzden bizim söylediklerimiz de bu ideolojilerden bağımsız saf gerçekliği ortaya çıkarmaya elverişli bir metoda bağlıdır. Bu yapılırken kimsenin kaşına gözüne bakılmamalıdır. Ortaya çıkan sonuç bizim çıkarlarımıza aykırı bile olsa kabullenilmesi demektir bu metodoloji ya da yöntembilim…
Bir demokrat ya da devrimci Tuzluçayır’ın tarihi söz konusu olduğunda geçmiş demokratik ve devrimci süreçlerin irdelenmesi ile yetinebilir. Ama bu makale eldeki verilerin yazılı olmamasından dolayı eksik kalacaktır. Çünkü her şeyi bilen internet “tanrısı” dahi mahallemiz konusunda sessizdir. Umarız Yelda arkadaş gibi arkadaşlar çıkar ve birkaç tuğla koyar. Bizim yaptığımız ise tuğla bile sayılmaz, olsa olsa bi gıdım harç olabilir.
Modernizmin, Postmodern çağa evrildiği bu çağda insanların en küçük dayanışmayı bile gerçekleştirirken gösterdiği kuşkular ve bireyin yalnızlığı bir veridir. Tuzluçayır’ın eskileri de yalnızlıklarını dayanışma özlemleri ile gidermek isterler geçmiş günleri yadederken. Tüm yaşlılar da bu romantik özellikler görülür. Eskinin rezaleti genellikle unutulur, bastırılır ve zamanla hiç hatırlanmaz. Günümüzdeki mahalleliler aslında bu yalnızlığa doğal gibi görünen sebepler sonucu ulaştıklarını zannederler oysa bu gerçeklik somut değil, derinden işleyen yasalara (geçmiş kuşakların geleneği) bağlı olarak gelinmiştir.
Gecekondu tekil çekirdek ailenin yaşam alanı iken apartman pek çok ailenin sosyal yaşam alanı haline gelir. Kırdan koparak şehrin yani modernizmin özgür bireyi haline gelenler gecekondularında kendiliğinden komün geleneğini sürdürürler ama bir taraftan da özgür bireyler haline geldiğinden bu komün geleneklerini de terk ederler. Tuzluçayır’ın gecekondudan apartmanlaşmaya evriminde ve gelişiminde derinden işleyen yasa bu olmalıdır ve temelde şu prensibe bağlıdır; “Bilinç varlığı belirlemez, tam tersine bilinci belirleyen varlıktır.”
Yaşayan en son komün olan Dersim, nasıl ki komünden uygarlığa zorla geçirilmişse ve aslında uykuya dalan komünler de gelenek olarak modern toplumda yaşamaya devam etmektedir. Modern toplum hiçbir gelenek oluşturmaz, tam tersine geleneğe karşı konumlanır. Ama komün, gelenek demektir ve dayanışma geleneği eğer varsa bu uykuya dalan komünün kuğu çığlığı anlamına gelmektedir. O yüzden Tuzluçayır’ı yapan gelenek şimdilerde herkesin dilinde bir türkü haline gelmişse bakılması gereken yer, somut gerçekliğin dip akıntıları olarak derinden işleyen (soyut) toplumun hareket yasalarıdır.
İlk yerleşimler 1950 yıllarında yaşanmış olmalıdır ama bu aslında “ilk” olmaktan ziyade nüfus yoğunlaşması veya mahalle haline gelmiş yerleşim biçimi olarak ilk sayılmalıdır. 1950 yıllarında Mahalle’nin yoğun olarak Beypazarı’na bağlı Karaşar köylülerince eski çöplük kenarlarına, ilk gecekonduların yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Eski çöplük olarak bilinen yer şimdiki Sülüklüdere olarak bilinen ve Karakol ile Hatip Çayı arasında kalan bölgedir. Cami-Cemevi projesinin yapıldığı yerler eski çöplük üzerine yapılan gecekondular veya barakaların olduğu bölge hala yaşamakta olan gecekondular eski yerleşimler olarak bilinmektedir. Ama en eski yerleşim sayılmayacak yapılar da hala mevcuttur. Şimdiki Natoyolu’na giriş yapılan kavşak üzerinde en eski sayılacak bir bina da mevcuttur.
Çocukluğumun geçtiği 1966-67 yılları ve 1950’li yıllara dair tanık beyanları, buralar; eskiden üzüm bağlarının, badem ve dut ağaçlarının olduğu geniş yeşilliklerin olduğu bir yerdir. 1970’li yıllara kadar yaşayan, Abidinpaşa’da (Şimdiki T. İş Bankası’nın olduğu yerde) bir şarap fabrikasının varlığı bilinmektedir ve bu fabrikanın varlığından bu çevrenin üzüm bağlarının genişliği hakkında bir fikir elde etmek mümkündür. Şu an Muhtarlığımızın bulunduğu mevki çok yakın zamana kadar bağ idi. Nitekim, Seyran Bağları denilen mevki de bu mahalleye yarım saatlik yürüme mesafesindedir. Tuzluçayır adı da bölgenin dokusundan gelmelidir.
Tuzluçayır mahallesi tüm Anadolu’dan göçler alan bir yerleşim alanıdır. Demografik olarak Sivaslılar, Çorumlular, Karaşarlılar, Deliceliler, Kırıkkaleliler, Develiler, Yozgatlılar sırasıyla çoğunluğu oluşturan kesimleri oluşturmuşlardır.
Mahallenin meşhurları saymakla bitmez, Sivaslı Kara Zeki, Kara İbrahim ve Hasan Köse gibi kabadayılar, aslında antik komünün devrimci öncüleridirler ve o zamanki siyasal öncüler de aslında onlardan farklı işler başarmamışlardır. Özellikle Hasan Abimiz, bizim gecekondumuzu savunmaya gelen tek biricik sima olarak hafızama kazınmıştır. Babam ve annem hala bu insanı gururla ama ölümünü de üzülerek anarlar. 1968 hareketinin önderlerinden Ulaş Bardakçı, (ablası bu mahallede ikamet etmiştir.) Sonrasında 1978’liler olacak olan o dönemin çocukları bizler, Mahir Çayan adını o zamanlar bilmezdik ama Ulaş’ın adı Ankara’nın her yerinde bilinirdi ve türlü hikayeler anlatılırdı ve masallarla süslenirdi Ulaş, Deniz ve İbo adları… Mustafa Timisi (pazarcılık yapar) ve Süleyman Ayten (muhtar) gibi siyasal kişilikler ve-veya Feyzullah Çınar, Ala Deli, Ali Kızıltuğ gibi aşıklar bu mahallenin yetiştirdiği evlatları sayılır. Hatta şimdiki Mamak Belediye Başkanı Mesut Akgül de bu mahalleden sayılabilir. Öldüğünde cebinde 2,5 lirası olan Temizlik Çavuşu olan Aşık Feyzullah Çınar, Tuzluçayır ahalisinin en meşhur parkında yaşamaktadır. Gezi direnişçileri ve şehitlerinden olan Ali İsmail Korkmaz adı da bu aşığın yanına eklenmiştir ve yine bu parkın içinde Belediye müştemilatı olan gecekondu, Ethem Sarısülük kitaplığı olarak ‘kamulaştırılmıştır’. (Büyük ihtimal 1980 öncesi Halkevleri de bu yapıda faaliyet yürütmüştür.
1980 öncesi ilk siyasal oluşum dernekleşme faaliyeti olarak başlamıştır. İlk dernek Pahalılıkla ve İşsizlikle Mücadele Derneği (PİM) olarak kurulmuş olması tanık beyanları olarak mevcuttur. Ama bu dernek yine beyanlara bakıldığında çok güçsüz olarak görülmelidir. Asıl muhalefeti toparlayan dernek ise yine PİM’in bulunduğu Süleyman Ayten Caddesi üzerinde Erenler Kıraathanesi karşısında kurulmuştur. Tanıklar ismini tam hatırlamıyor ama adı büyük ihtimal Demokratik Kültür Derneği (DKD) biçimindedir. Erenler Kıraathanesi ise Süleyman Ayten Caddesi üzerinde, şimdiki A-101 ‘in olduğu yerdir ve karşısında kurulan DKD ile siyasal toplantıların yapıldığı önemli bir noktadır.
Bütün muhalefeti örgütleyen bu dernekte Doğu Perinçek’in de katıldığı paneller yapılmış ve THKP-C ‘liler (Dev-Yol ve Kurtuluş)bu dernekle ilişkilerini kesip Halkevleri içinde faaliyet yürütmüşlerdir. Apocular olarak oluşturulan PKK hareketi de bu mahallede ev toplantılarıyla işe başlamıştır. Önemli bir adres olarak da PKK kurucularından Rıza Altun’un evi (1970’lerdeki Ege Mahallesi yapılaşması içinde) anılmaktadır. Belki de “sol içi cezalandırma” sonucu ölüm (Mehmet Uzun’un vurulması) yine Süleyman Ayten Caddesi üzerinde olmuştur.
Tuzluçayır 1980 öncesi tamamına yakını Alevi inancına sahiptir ve gecekondularda yaşamaktadır. Tamamına yakını şimdilerde “enformel sektör” diye tabir edilen işlerde çalışmaktadır. Tamamına yakını yine işçidir ama kırdan yeni kopmuş “yeni özgürleşmiş köle” olarak şehir varoşlarına tutunmuşlardır. Bu zorlu tutunma doğal olarak dayanışmayı gerektirir… Tüm varoşlarda olduğu gibi dayanışma özellikle devlet, hükümet ve belediye başta olmak üzere faşist ve gerici baskılara karşı gelişmiştir. Aradan geçen zamanda bu tutunmanın mahiyeti değişmiştir. Eski tutunma, insanlığın dirimsel bir ihtiyacı (konut) olarak belirmiş ve işler doğası gereği siyasal muhalefete oturmuş, hem dünyayı hem de Türkiye’yi sarsan 1968 Gençlik Hareketi kendisini yetiştiren humuslu toprağı Tuzluçayır gibi mahallelerde bulmuşken tutunmanın mahiyeti siyasal dayanışma olabilmiştir. En hararetli teorik tartışmaların yapıldığı yer aynı zamanda pratik-politik mücadelelerin de yükseldiği bir yer olmuştur Tuzluçayır… Eskiden her iki mücadele de (teorik ve politik) aynı zamanda cereyan ederdi, şimdilerde ise farklı kulvarlarda… Hiç kimse teorik mücadele yürütmüyor, tartışmıyor bile… Pratik-politik mücadeleler ise zayıf kalıyor, en son Gezi Direnişi hariç tutulduğunda tablo bu şekildedir. Bu teorik tartışmaları yakın akrabaların evlerinde tanık olan ve Kaypakkaya’nın  daktilo yazılarını çalarak okuyan biri için çok vahim bir tablodur. Ve burası öylesine tabu tanımazdır ki Doğu Perinçek karşısında bir Çaycı Rıza O’na nutuk çekmekte bir beis görmemektedir. Halkevleri içinde yapılan bir tartışma esnasında eli bastonlu bir dedenin, bir devrimciye; “senin söylediğin doğruysa, Lenin baba haltetmiş!” diyenlere rastlamak mümkündü…
Görünen odur ki Tuzluçayır Mahallesi Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi 1968 hareketinin devrimci gençliği için halkla buluşma noktası olmuştur. Tuzluçayır, Cebeci kampüsündeki üniversitelere yakındır yürüme mesafesi yarım saat olan bu uzaklık, öğrenciler için hem ikamet edilir hem de devrimci faaliyet yürütülür bir nokta olmaktadır.
Sobacı Akif “Eve giderken korkuyorum, Tuzluçayır kozmonot bir yer oldu” demişti, sohbetimizde.
Akif Abi’nin bu korkusu yeni bir algı da olabilir, gerçekliğin ta kendisi de… Eski yaşam tarzları, yenilere yenik düşüyor her yerde… Tüm yaşlılar sizlere geçmiş tarihin ne kadar rezil olursa olsun, kendilerine ait tarihleri ile güncel akıp giden ve gelmekte olan tarih ile büyük bir çelişki içinde olduklarını her sözlerinde ve özellikle anılar anlatılırken tespit ederler. Müthiş bir gelecek korkusu tüm yaşlılarda mevcuttur ve şimdiki kuşaklar belirsiz bir geleceğe doğru yuvarlanmaktadırlar. Akif Abi şimdilerde uyuşturucu çetelerden, terörden, her türlü ahlaki yozlaşmalardan korkmaktadır. Peki bu korku ve terör önceleri hiç yaşanmamış mıdır? Görünen o ki “sağ-sol çatışmaları” 1980 öncesi her yerde olduğu kadarıyla ve ondan daha fazlası Tuzluçayır Mahallesinde yaşanmıştır. Hemşerilik türünden ayrışmaları 1970’lerde “sağ-sol” ayrışmaları takip etmiş olmalıdır. Ama Akif Abi “milletin dini, imanı, peygamberi para olmuş” diyerek bu korkusunu açıkladığına göre sorun daha derinlerde olmalıdır. Anlaşılan o ki durum ümitsizdir.
1950’li yılların sonuna doğru babam buralara kaçak getirirmiş. 1966 yılı da benim 5 yaşıma denk gelen uğursuz bir yer olarak beynimde yer aldı. Şimdiki Pir Sultan Derneği karşısında yer alan düzlükte çocukların oyun alanı olarak işlev gördü. Ve Süleymanayten cad. ile Okullar Cad. kavşağında yer alan Tuzluçayır Sineması ile ilk sanatsal buluşmalar yaşandı. Açık hava sinemaları o zamanlar bütün toplumun sosyal faaliyet merkezleri idi. Bu dönem yapıtlarının en berbat senaryolarında dahi, zengini iyi, fakiri kötü gösteren bir filme nadiren raslanırdı veya hiç yoktu. Mahallede iki açık hava sineması daha vardı; Kader Sineması şimdiki Kiler Market civarındaydı ve Endüsri Meslek Lisesi de Türk-İş Sineması’nın yerine yapılmıştır. Son iki sinemanın arka tarafı ormanlık bir alandı. Pazar yeri ve futbol oynadığımız geniş sahalar buralardaki yerlerdi. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren buralar, “silahlı çatışmaların yaşandığı tarla” olarak hafızalarda yer etmiştir. “Tarladan geliyorum” demek, “çatışmadan geliyorum” demekti…
1950’lerin ikinci yarısından 1960’ların son çeyreğine kadar yakın mahalleler kurulmamıştı. Bu tarihten sonra çok az bir yapılaşmanın olduğu Şahintepe ve sonrasından giderek Ege Mahalleleri ve en sonra da bugünkü sınırlarını belirleyen ve Tavuk Çiftliğinin olduğu (Şimdilerde büyük AVM’ler var buralarda) yere kadar olan bölge adım adım gecekondulaşmaya veya siyasal çatışmalara sahne oldu. En şiddetli çatışmalar da sanırım Saime Kadın sınırları ile Ege, şimdiki Cengizhan ile Durali Alıç Mahalleleri arasındaki bölgelerde olmuştur. Buranın devrimcilerinde şöyle bir klişe oluşmuştu; “Tuzluçayır’ın adı, Ege’nin aslanları!”
Yeri gelmişken belirtelim; bizlere göre bu çatışmalar “sağ-sol çatışması” değildir, aksine yeryüzünde belki de ilk kez tanık olunan şey, bir faşist hareketin bir öncü gençlik hareketiyle geriletilmesi hatta yenilgiye uğratılmasıdır. Bu konu ayrı bir tez konusu olmaya adaydır. Çünkü dünyada bütün faşist hareketler ancak bir kitle hareketi veya uluslararası bir savaşla yenilgiye uğratılmıştır. Ama 1970 kuşağının gençlik hareketi ancak bir öncü hareketi olabilirdi ve kitlelerin desteğini kazanmış bir öncü olarak işlerini hallediyordu. Bu gençlik hareketinden çıkan bütün hareketler de aynı şekilde bu geleneğin devamını oluşturmuşlardır. Bu hareket halkı savaşa sürmekten imtina ederdi, ona öncülükten anladığı himaye etmekten ibaret kalıyordu ve şimdilerdeki hareketler de aynı şekilde himayecidirler. Yanlış olan ya da eksik olan şey kısaca kitlelerin hareketidir. Oysa devrim denilen şey “kitlelerin eseri” değil midir?
1980 öncesinde pek çok “küçük Moskovalar” kurulmuştur, sanırız hem ezilenler hem de egemenlerin aynı sıfat-isimle andığı başka bir Tuzluçayır olmamıştır.
Ali Ekber Güler
05.02.2015

1 yorum: