3 Nisan 2012 Salı

Devlet Açılımları



Son dönemlerdeki açılımları sıralayalım: a. TRT-şeş, b.”Derin devlete” karşı yapılan “Ergenekon” operasyonları, c. Avrupa Birliği kriterlerinde yeniden canlanma…
Yukarıda değinilen açılımların ilk ikisi, aslında son kalemle ilgili olduğundan aslında bu gölgede kalmaktadır, üstelik ‘ergenekon’ operasyonlarının da üçüncü bahisle ilgili olduğu da gözlerden kaçırılmaktadır. Ve bütün bunların temelinde yeralan, ulus-devlet ile ilgili reformlar; basit olarak AKP ile ilişkilendirilerek veya akp karşıtlığı üzerinden yapıldığından, sanırım, konulara daha geniş açıdan bakılamamaktadır.

Türkiye Halkı ve Türk Milleti


Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un son açıklamaları bu alanda yeni bir açılım mı oluşturuyor sorusu şimdilik akıllarda kaldı ve aslına bakılacak olursa her cenahta şüpheyle karşılandı. Yapılan yarım yamalak açıklamalar bu konuda haklılığımızı işaret eder gibidir…
Benzeri açıklamalar daha önceleri de bizzat genelkurmay tarafından dile getirilmiş ve sanırız bu sitede bir tek rahmetli MHP milletvekili Mehmet Gül tarafından paylaşılan benzeri yaklaşımlar hiçbir kesim tarafından yeterince anlaşılamadığı (!) için tartışma konusu bile yapılmamıştı. Bu açılım tek bir sözle ifade edersek, alt-kimlik ve üst-kimlik tartışması veya açılımıdır.
Benzer açılımın tarihi ise 2000 yılının başını işaret etmektedir ve bu tarih ise Öcalan’ın yeni stratejik yöneliminin hemen sonrasına denk gelmektedir. Genelkurmay ve gerici milliyetçiler yeni geliştirilen stratejik yönelimi karşılamak ve buna bir hazırlık yapmak için eski duruşlarını birazcık daha genişletme veya demokratikleştirme (!) gereği duymuşlardır ve yine genelkurmay ikinci defa atağa kalkmış durumdadır. Burada ilk önce yanıtlanması gereken tarih saptamasıdır. Nasıl oluyor da yaklaşık sekiz yıldır bekletilen görüşler tekrar gündeme alınmaktadır? Yakın tarihsel geçmişte önemli olaylar sadece seçim ve ABD başkanı B.Obama’nın Türkiye ziyareti sayılabilir. Yerel seçimler sonucuna bakıldığında bölgede güçlenen özgürlük hareketi her türlü baskıya rağmen geri adım atmamakta ve her ne kadar oy oranı artmasa da bölgede tek güç olmaya devam etmektedir. Olası bir Kürt-Türk çatışması için koşullar oluşturulmakta ve her türlü provakasyona açık bir ortam yaratılmış olmaktadır. Kürtü yok etmek mümkün olmadığına göre o hiç olmazsa bir alt-kimlik olarak kabul edilmektedir.
B.Obama’nın bu açılımda bir payı olduğu ise kesin gibidir. (Obama ardından yapılan “niye geldi?” tartışmaları, GOP açısından bakıldığında anlam kazanabilir.) ABD bölgede şimdilik bir istikrar istemektedir ve Güney Kürdistan bölgesinde oluşturulan yönetimin geleceği açısından olası bir TC baskısı dahası saldırısı bu istikrarı bozacak en önemli bir gelişme olacaktır ve bu nedenle ilk elde Türkiye ziyareti önem kazanmaktadır. Şimdilik öngörülen ittifak “Kuzey Irak” ile Türkiye arasında bir anlaşmadan ibarettir. Talabani ve Barzani ile öteden beri anlaşan TC bu anlaşmayı her nedense resmiyete dökmekten imtina etmiştir ve artık bu bir resmiyet kazanmalıdır. ABD’nin amacı her iki devlet açısından budur. Bu adımı atmakta zorlanan Türkiye ilk önce mevcut kürt düşmanlığına bir gem vurmak zorundadır. Türkiye bölgede emperyal bir güç oluşturmak için dahi kürdü yanına kazanmak zorundadır ve ilk elde Türkiye’deki Kürtlerle arasını açan gerici milliyetçilikten kurtulmak istemektedir ama bunu kendi ritmi ve tarzıyla yapmak istemektedir. Elbette ki TC’de en etkin siyasal erk TSK olduğundan ritm ve tarz bu olmaktadır bunun biraz karşısında olan liberal burjuvazi ise daha atak davranmak için cılız da olsa elverişli şartlar yakalayabilmektedir. Belki de çok daha yakında (Özalvari açılımlar ya da ikinci cumhuriyet taraftarları) daha güçlü bir koro veya siyasal güç kazanabilirler.
Millet ve Halk Hangi Anlamda Kullanılmaktadır?
Millet evvel eski bir soyu çağrıştırdığından ve bu anlamda kullanıldığından milliyetçilik karşıtları daha çok halk kavramını sahiplenmişlerdir. Halkın bir soy değil, toplumsal bir varoluş olduğu ifade edilmektedir. Hemen tahmin edileceği gibi ne sosyalistlerin ne de liberallerin doğru dürüst bir millet ve halk tanımı bulunmaktadır. Yapılan tanımların hepsi de politik olarak kalmakta ve sosyolojik bir tanım yapılmadığından herkes durduğu yerden bir anlam çıkarmaya çalışmaktadır. ‘Türkiye Halkı’ ifadesi şimdiye değin sosyalist veya devrimcilerin kullandığı bir kavram iken bu ifade bizzat genelkurmay tarafından yapılmakta ve bu durum hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilmek istenmektedir.
Genelkurmay bizzat Atatürk’e başvurarak şöyle demektedir: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti denir”.
İşte açıklanması gereken bu cümledir. Demek ki Türk Milleti bir soya dayanmamaktadır. Bir soya dayanmadığına göre bir tarihi de yoktur. Onun tarihi Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmakla başlamaktadır. Bu durumda Türk Milleti bir üst-kimliktir. Türk adına ne kadar yazılan söylenen varsa yanlıştır ve bunlar tekrar yeni bir gözle okunmalıdır. İşte söylenmek istenen budur. Ve yine söylenmek istenen şey, Türkiye bir ulus-devlettir ve bu anlamda ulus veya millet bölünmez bir üst-bütündür veya üst-kimliktir.
Peki Türkiye Halkı kimdir? Bu soru ise kısaca Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk olarak açıklanmaktadır. Soru tersinden de sorulduğunda açıklamanın kısırlığı görülebilir; Türkiye Cumhuriyeti nedir? Cevap Türkiye Halkının kurduğu ulus-devlettir… Bu kısırlık genelkurmay başkanlığı tarafından yaşanılsa iyidir ama en babayiğit sosyalistler dahi bu kısırdöngü içindedirler ve bu sorunun kıyısına dahi gelinemediğinden gündeme düşen konularda hiçbir söz söylenmemekte ve günden geçiştirilmektedir.
Halkın sosyolojik bir topluluk olduğunu söyleyen sosyalistlerimiz milletin sosyolojik bir topluluk mu değil mi sorusunu dahi yeterince soramamakta ve hiçbir açıklama yapılamamaktadır. “Batı cephesinde yeni bir şey yok” tavırlarıyla “yola devam” edilmektedir.
Kısaca ifade edelim, genelkurmay açılımları hem iç hem de dışta yeni politik açılımlar demektir en azından yeni bir hazırlık anlamına gelen bu açıklamalar Türkiye ve bölgede ciddi anlamda politika yapmak isteyen veya bu alanda duran herkes açısından ciddi bir değerlendirmeyi hak etmektedir. Ve ezberleyelim: düşmanını ciddiye almayanı hiç kimse ciddiye almaz.

demokratik cumhuriyet için bir anayasa önerisi

xerab zeman tarafından Pzt, 02/18/2008 - 01:18 tarihinde gönderildi.
Anayasalar, anayasa yapıcılarına bırakılamaz.
Ne yazık ki toplum içinde bu düşünce yalnızca burjuva liberallerin çabalarından ve “sivil anayasa” taleplerinden öte gitmiyor.
Bu herc ü merci toparlamak ve alternatif bir anayasa önermek pekala mümkün. Ama insan bunun önemini dahi kavrayamayacak denli a-politik yığın karşısında durumun ümitsizliğini kabullenmek zorunda kalıyor.
Herşeyden önce hareket halinde olan kitleler ve aydınlar şikayetlerinde haklıdırlar ama somut bir metin ellerinde olmadıkça bu tartışmalar kısmi eleştiriler düzeyinde kalır ve sosyal bir bilinç ilerlemesi yaşanmaz.
Üstüne üstlük burjuva aydınların bu türden kalkışması yeni bir uygarlık programı yaratmak zorunda olan devrimci aydınlar tarafından dahi tartışma konusu yapılmıyor oluşu neyle izah edilebilir?
“ikinci cumhuriyet” tartışmalarından bu yana sürekli işlenen bu konu her gündeme geldiğinde ‘niye insan hakları sözleşmesi’ni anayasa önerisi yapmıyorlar diye hayıflanıyor, “meyyus bir papağan gibi” (A.İlhan) bunu tekrarlıyordum. Ve nihayet bu düşüncemi ‘bir köxüz girişimcisi’ olarak açıklama/dertleşme olanağı buldum.
Şimdi de umutsuzum ama dile getirmenin ne zararı olabilir ki? (şu an için biraz zaman gerekiyor, hepsi bu!) Bir işe yarar mı, büyük ihtimal bir işe de yaramayacak. Belki biraz yorgunluğa değer diye kestirip atmaktan ve belki de hafızalar tazelenir umuduyla yazılabilir.
Nedir İnsan Hakları Sözleşmesi (İHS) ve anayasa olur mu?
Bu öneriye ilkten (devrimci sosyalistler) burjuva ve emperyalist bir belgi olmasından dolayı karşı çıkılacaktır. Doğrudur, bu sözleşme Birleşmiş Milletler’in (BM) bir belgesidir. Ama BM’in dayandığı sözleşme/anayasa değildir. Ve bu yüzden güçlü bir metindir.
İkinci olarak, bu sözleşme emperyalistlerin gelişmekte/geri (ki bu tanımlamalar sorunludur) olan uluslar/devletler üzerinde kullandıkları önemli bir kozdur. Doğrudur, İHS ne yazık ki ulus/devletler arasında sıkışıp kalmış bir metin haline getirilmiş bireyin hak ve özgürlükleridir. Ama bu bapta karşı çıkılması gereken özne haklarıyla tanımlanan ‘insan’ olmamalıdır. Karşı durulması gereken özne tam olarak gerici ulus/devletler ve özellikle en irileri (emperyalist devletler) olmalıdır.
İnsan hakları toplumsal haklardan ayrı düşünülemez denilmektedir. Bu da doğrudur, çünkü insan’ı toplumsal olanla yerdeğişimi bir sorun yaratmayabilir. Yani bu haklara toplumsal hak ve özgürlükler demek de bu hakların ifade edilişinde bir sorun yaratmaz. İki şey (insan-toplum) birbirini tamamlar. (dikkat edilirse köxüz’e kadar gelen sosyoloji; insanı toplumla, toplumu da insanla tanımlamaktadır ama şimdi ‘insan’ın kendisi sorun edilmektedir.)
Üçüncü olarak; İHS asıl olarak 1789 Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları’na dayanmaktadır. Nasıl oluyor da BM’in bir belgesi savunuluyor? Doğrudur. Ama bu başta da söylendiği gibi güçlü bir metindir. Gücünü bütün ulus/devletler içindeki insanların bilmesinden ve geri uluslar üzerinde tahakküm kuran BM nezdinde –dahi- kabul edilmesinden almaktadır. Pekala 1789 da anayasa haline getirilebilir ve getirilmelidir. Ama bu metini savunan ne bir örgüt ne de bir hareket vardır. Fransız devrimcileri dahi bunun gerisine düşmüş ve unutturulmuştur. Bu anayasa tartışmalarında ise savunanların elinde zayıf bir ‘koz’dur. Dünya insanlarının pek çoğu tarafından pratik olarak kullanabilecekleri metin sadece İHS’dir, diğerleri ise ancak romantik bir anlama sahiptir. (‘romantik’ kavramı güçsüz değil aksine güçlü bir kavram olarak okunmalıdır, ama kavramın gücü bütün teoriler gibi kitlelere nüfuz etmesiyle ortaya çıkar.)
Şimdiye kadar söylenenler gelebilecek olan eleştiri ve yorumlara peşinen yapılan yorumlardır. Şimdi de ‘tarihsel değeri neler olabilir ve olasılıklar nelerdir’ sorusuna cevap arayalım.
Köxüz girişimcileri insan hakkında bir görüşe sahiptir. Bu görüş sitede ‘yönetici’ imzalı olarak bulunmaktadır. Sırayla gitmek gerekirse;
Ulus/devlet’in iki ayrı tanımı mevcuttur: biri aydınlanmanın diğeri gericiliğin iki ayrı ulus tanımıdır. Aydınlanmanın tanımı 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları’nı kullanan ve kabul eden, insan/yurttaşların topluluğudur. Bu ulusta insanlar dini, dili, tarihi, etnisi, coğrafyası vb. ne olursa olsun, bunları politik alandan özel atanlara denmektedir. Bu tanım aydınlanmanın gerek sol –anarşist/komünist-, gerekse de sağ burjuva liberterleri tarafından savunulmaktadır. Gericiliğin tanımı ise; ulusun dile, dine, etniye, tarihe vb dayanan bir tanımdır. (bunlar içinde de iki farklı tanımlama yanlış değildir. Etniye ve dine dayananlar en gerici iken; coğrafyaya dayananlar sol aydınlanmaya daha yakındırlar veya (bir geri çekilme durumunda) içlerinde kabul edilirler.
Her iki ulus tanımı da ulusculuktur, ulusal olanın politik/devlet olmasına dayanmaktadır. Politik ve özel alan ayrımı yapan Aydınlanma, politik alanı yurttaş/insana dayanmaktadır. Ama görüldüğü gibi insan olarak kabul edilenler politik ve özel alan ayrımı gözetenlerdir. Bu ayrımı kabul etmeyenler insan olarak kabul edilmemektedir.
Gericiliğin ulusculuğu ise aydınlanmanın insan’ın politik alandan uzaklaştırılmasına ve dil, din, etni, tarih, gibi birliktelikleri (?) politik alana tahkim edilmesi olarak anlaşılmaktadır. Genellikle bir etniyle tanımlanan uluslarda aydınlanmanın insanı öldürülmüş ve yerine fransız ya da türk gibi etni getirilmiştir.
Tarihsel prose (gidiş) içinde iki büyük aşama vardır: komün ve uygarlık. Uygarlık prosesi içinde (kadim/antika/site uygarlıkları/semavi dinler/burjuva) aşamalarına denk gelen farklı konaklarda farklı insan tanımlaması vardır. İlki aristo’ya (politik-zoon) aittir, semavi dinler insanı kendi dininden olan olarak (hristiyan veya müslüman vb) görürken, aydınlanma yurttaş/insan olarak tanımlar. Bütün tanımlar konaktan konağa değişse de varolan üstyapıya göre tanımlama metodolojisi değişmeden kalır.
Uygarlık bir bunalım yaşamaktadır ve hızla çöküşe gitmektedir. Bu çöküşe mani olmak için ortaya çıkan sosyal hareketler aydınlanma geleneğinin içinde bir muhalif –heretik- mezhep olmalarına rağmen; gericiliğe teslim olmuş, karşı koyamamıştır.
Bu uygarlığın yerine yeni bir uygarlık (?!) tasavvuru gerekmektedir. Belki de bu uygarlık kendisini uygarlık olarak değil, başka bir şey olarak tasarlayacaktır. Çünkü tarih çok yönlü bir gidiştir ve neler olacağı bütün tasavvurların dışında olacaktır. Bunu kimse garanti edecek bir yasa ortaya koyamaz.
Köxüz bütün olarak bu uygarlığın yıkılmasını istemektedir ve bu işe (politika) de başlarken aydınlanmanın bıraktığı yerden devam etmek istemektedir. O yüzden önerimiz, belki de kısa zamanda kolektif bir öneri haline de gelebilecektir.
Uygarlık farklı formlara bürünse de bir süreç (prose)’dir. Birbirlerinden kopartılamazlar. O yüzden öneriye geri plan oluşturan bütün metinler incelenirse çok daha güçlü bir arkaplan sahibi olunabilir. İHS elbette ki uygarlığın son önemli ilerlemesi olarak kabul edildiğinde 1789’dan geriye en fazla 1776 abd bağımsızlık bildirgesi’ne ve 1215 magna carta’ya ulaşılır. Ama kadim/antika uygarlıkların çok önemli metinleri de mevcuttur ve durugörüşe de sahiptirler. Bunlardan en önemlisi hammurabi kanunlarıdır. Ki bu metin yaşadığımız topraklara has bir metin olduğundan metinler arası tarihsel-romantik bağ bizler için daha anlamlı olabilir. Bu metinlerin de incelenmesi gerekmektedir. Şimdilik bu görev önümüzde duruyor.
Önerinin acilliği ve somutlanması
Bu öneri bir aklı evvelin durup dururken zortlaması olarak da yorumlanabilir. Ki bu pek de yanlış sayılmaz. Fakat bir an için gözlerimiz önünde sürüp giden mücadelelere bakıldığında bu öneri sağlam bir dayanak sağlayabilme fırsatı sunmaktadır. Bu noktada öneri sahiplerine değil, önerilen metne bakılması icabeder.
Yaşadığımız ortadoğu coğrafyası uygarlığın beşiği olarak kabul edilmektedir. Bugüne kadar yapılan arkeolojik araştırmalar aksini söylememektedir. O halde bir öngörü olarak; uygarlık doğduğu yerlerden yeni bir rönesansa da kavuşabilir. (bu rönansansla birlikte onu doğduğu topraklara gömmek de mümkün ve olanaklı hale gelebilir.
Ama bu işe başlamak için güçlü bir arkaplan yeterli gelmez (aksi halde bu sadece bir aklı evvelin işi olurdu); çok güçlü bir politik güç de gereklidir. Yaşadığımız topraklarda ise bu güce sahibiz: demokratik cumhuriyet parolasıyla hareket eden kitleler ve aydınlanmanın romantikleri...
Yaşadığımız topraklarda bunlar olmasaydı bile kana ve dine dayanan ulus/devletlerin yazılı anayasaları ile hiç bir ilerlemenin olamayacağı ve uygarlığın faziletleri ile değil, rezaletleriyle (faşizm, işsizlik ve pahalılık, emperyalist savaş, ve her türlü etnik ve dinsel boğazlaşma, ve ilh.) tanışıyor olmamız bu metne ivedilik kazandırmaktadır.
Anayasa önerisi olan BM insan hakları sözleşmesi ilk elde demokratik bir cumhuriyet anayasası haline getirilmelidir. Bu anayasa sadece topraklarımızdaki ulus/devletler için değil, bütün ulus/devletler için geçerlidir. Ve özünde tıpkı 1789 daki aydınlanmanın dünya ulus/devleti hedeflenmektedir. Ama ilk elde ortadoğu coğrafyası için bir anayasa önerisi olarak anlam kazanabilir çünkü emperyal ulus/devletler bölge ulus/devletleri üzerinde genişleme olanakları bulmaktadırlar. GOP herkesin aşina olduğu bir projedir ve bu projeye karşı duracak bir program “ortadoğu için demokratik manifesto” adıyla köxüz metinleri arasında bulunmaktadır. Şimdi de bu asgari programa dayanacak olan bir anayasa metni olarak ilk elde ele alınmalıdır. Bölge insanları elinde diğer emperyalistlere karşı (ve tabii ki onların bürokrat ve militarist ‘aydınları’na karşı) kolay kolay reddedemeyecekleri güçlü bir metin demektir bu.
İHS emperyalist oyunlara karşı mücadele eden anti emperyalistlerin elinde de güçlü bir dayanak olabilir. Çünkü onlar emperyalist devletlerin diğer geri ulusları ezmek için kullandıkları koz olmaktan çıkabilir ve onlara karşı kullanılabilir. (evet, ortada bir kumar oynanıyorsa koz kimin elindeyse o güçlüdür -ki bu koz metaforu bir koz oyununun kendisiyle şimdilik sorun edilmemektedir.) o zaman ezilenlerin eline geçen olanaklarla bu koz emperyalist devletlerin suratına meydan okuyacak özne olur. Özcesi, koz aslında öznedir, bunun yanlış olarak görünmesinin/algılamasının ve genelleştirilmesinin altında yatan neden, emperyalist entelektin yaydığı toplumsal kabulleniştir. Fakat bu kabulleniş sorgulandığında yukarıda anlatılan toplumsal gerçekliğe ulaşılır.
Kürtler açısından ele alındığında ise ivedi olduğu kadar yakıcıdır da... Bu metin büyük ihtimal bir anayasa haline gelmez ama kürtlerin bilincinde rahatlıkla yer edebilir ve geleceğe taşınabilir. (Ve zaten aşılması da ancak böyle mümkün olabilir.)
Bu metnin noktası/virgülüne dokunulmaksızın savunulmalıdır. Elbette bu metin ve dayandığı diğer belgeler kabul edilen insan tanımlarına göre tutarlıdırlar. Örneğin ABD bağımsızlık bildirgesi vahşileri (kızılderili yerliler) insan olarak görmez. Çünkü bu vahşiler kendi totemlerini özel alana atmak istememektedirler o yüzden uygar değildirler. Yani anayasal haklardan yararlanamazlar çünkü uygar insan değildirler ve zaten bu vahşiler uygar beyazlarla birlikte olmak istememektedirler çünkü kendi anayasaları/üstyapıları vardır. Bu anlayış elbette uygarlığın bu aşamalarında kendi görüşlerine tutarsızlık getirmemektedir. Ama gelinen aşamada bu insan tanımlaması artık sorun edilmektedir. İşte bu noktada insan kavramı daha da derinleştirilerek genetik/biyolojik olarak yetersizliği kapatılmak istenmiştir. Bunlar gözönüne alınarak artık uygarlık bu tür vahşilere bir yer açmak durumunda kalmıştır. Yani onların da özgürlüklere ihtiyacı vardır. O yüzden tüm dünya için önerilen anayasa tüm canlıları kapsamalıdır. (insan, hayvan, ekoloji) artık bu gelişim bütün uygar insanlık için elzemdir. O yüzden metnin yetersizliklerinin de üstesinden gelmek mümkündür. Metnin arkaplanında görülen eksiklik veya yetmezlikler uygarlığın evrimi içinde anlaşılırdır. Ve evrim şimdi de varolduğuna göre bu noktadan geriye düşülemez.
Metnin eksiklikleri bahane edilerek güçsüzleştirilemez. Ve bunlar şerh olarak düşülürse metnin dokusu değişmez. En azından bu değiştirme istekleri (veya eleştirilerle yapılan re-prodiksiyonlar işin içinden çıkılmaz hale getirilmesine sebep olabilir) bu konuda yapılacak tartışmalarla zenginleşebilir (hiç bir anayasa değiştirilmez değildir) ve toplumsal özneler içinde bir anlam kazanır.
BM İnsan Hakları Sözleşmesi
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan haklarına ilişkin bir bildirgeyi kabul ve ilan etti.

Bu tarihi olaydan hemen sonra, Genel Kurul, üye devletleri bildirge metnini resmi olarak ilan etmeye ve ”farklı devletlerin ya da bölgelerin politik koşullarını dikkate almadan, bildirgeyi, başta okullar ve diğer eğitim kurumlarında olmak üzere, yayma, tanıtma, okunma ve anlaşılır kılmayı sağlamaya” davet etti.


GİRİŞ

İnsanlık aleminin bütün üyelerinin doğal olarak sahip oldukları değerin ve onların eşit ve dokunulmaz haklarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışı sağlanmanın temel taşlarını oluşturduğu için,

İnsan haklarını küçümsemenin ve tanımamanın, insanlık vicdanında isyan yaratan barbarca eylemlere yol açmış olduğu için ve insanların korku ve yokluktan özgür biçimde, ifade ve inanç özgürlüğünden yararlanabilecekleri bir dünya yaratmanın, halkların en yüksek amacı olarak ilan edilmiş olması nedeniyle, 

insanın despotluğa ve baskıya karşı son bir çıkış yolu olarak başkaldırıya başvurmak zorunda kalmaması ve insan haklarının, yasaların üstünlüğü yoluyla korunması önem taşıdığı olduğu için,

uluslar arasında dostane ilişkilerin geliştirilmesinin teşvik edilmesi önemli olduğu için,

Birleşmiş Milletler üyesi olan halklar, temel insan hakları, bireyin onuru ve değeri ile erkek ve kadınların eşit haklarına ilişkin inançlarını bildirgede yeniden vurduladıkları gibi, sosyal ilerleme ve daha geniş özgürlük ortamında daha iyi yaşam şartlarını sağlamaya çaba göstermeyi kararlaştırdıkları için,

üye devletler, Birleşmiş Milletler ile işbirliği içinde insan haklarına ve temel özgürlüklere genel ve etkin bir saygının güvence altına alınıması yükümlülüğünü üstlendikleri için,

bu hak ve özgürlüklerin içeriği hakkında ortak bir anlayışa sahip olmak, bu yükümlülüğün gereklerini yerine getirmede en büyük anlama sahip olduğu için,

GENEL KURUL;
İnsanlık topluluğunun bütün bireyleri ve toplumsal kuruluşları ile, bu Bildirgeyi sürekli olarak göz önünde tutup, eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirme ve güçlendirmeyi teşvik eden ulusal ve uluslararası önlemlerle, gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki bölgelerdeki halklar arasında bu hakların genel ve etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını güvence altına almayı sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla, tüm halklar ve uluslar için ortak hedefi ifade eden bu İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİNİ,
ilan eder.



Madde 1. Bütün insanlar özgür doğarlar ve eşit hak ve değere sahiptirler. Akıl ve vicdan ile donanmışlardır ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidirler.


Madde 2. Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir kanaat, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş ya da başka her hangi bir konumundan dolayı, hiçbir bir ayrıma tabi tutulmadan, bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklara ve özgürlüklere sahiptir. 

Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.


Madde 3. Herkes, yaşam, özgürlük ve bireysel güvenlik hakkına sahiptir.


Madde 4. Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticaretinin her türlü biçimi yasaktır.


Madde 5. Hiç kimseye işkenceye ya da zalimce, insanlık dışı veya muameleye tabi tutulamaz ya da bu biçimlerde cezalandırılamaz.


Madde 6. Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.


Madde 7. Herkes yasa önünde eşittir ve ayırım gözetilmeksizin yasalar tarafından eşit olarak korunma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı olan her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve bu tür ayırımcılık yaratacak durumlara karşı eşit olarak korunma hakkı vardır.


Madde 8. Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler tarafından etkin biçimde yardım alma başvurma hakkı vardır.


Madde 9. Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, hapsedilemez ya da sürgün edilemez. 


Madde 10. Herkesin, hem hak ve yükümlülükleri belirlenirken hem de bir suç işlemiş olamakla itham edilirken, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından tam bir eşitlik altında adil ve açık incelemeye tabi tutulması hakkı vardır.



Madde 11.
1. Ceza gerektiren bir eylem ile itham edimiş olan herkes, bu suç iddiası, savunması için zorunlu garantlerin tümünden yararlanabildiği açık bir mahkeme kararı ile yasal olarak saptanmadığı sürece, suçsuz sayılma hakkına sahiptir.

2. Hiç kimse, işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Ceza gerektiren bir eylemin gerçekleşmesi sırasında uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza da verilemez.


Madde 12. Hiç kimsenin özel yaşamına, ailesine, konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, onuruna ve kişiliğine saldırılamaz. Herkesin bu gibi müdahale ve saldırılara karşı yasa tarafından korunma hakkı vardır.


Madde 13.
1. Herkes, her hangi bir devletin sınırları içinde serbestçe dolaşma ve ikamet yerini seçme hakkına sahiptir.

2. Herkes , kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir devleti terk etmek ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.


Madde 14.
1. Herkesin, baskı altından kurtulmak için başka ülkelere sığınma başvuurusu yapma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.

2. Gerçek politik nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda, yasal tedbir olarak bu haktan yararlanma talebi ileri sürülemez.


Madde 15.
1. Herkes bir vatandaşlık hakkına sahiptir.

2. Hiç kimsenin vatandaşlık hakkı keyfi olarak elinden alınamaz ya da vatandaşlığını değiştirme hakkı inkar edilemez.


Madde 16.
1. Yetişkin her erkek ve kadın, ırkı, vatandaşlığı ya da dini nedeniyle herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmadan, evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Onlar, evlenme, evlilik süresi ve boşanma sırasında eşit haklara sahiptirler.

2. Evlilik, sadece evlenecek olanların özgür ve tam iradeleriyle gerçekleşebilir.

3. Aile, toplumun, doğal ve temel unsurudur ve toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir.


Madde 17.
1. Herkes tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet edinme hakkına sahiptir.

2. Hiç kimsenin mülkiyeti, keyfi olarak elinden alınamaz.


Madde 18. Herkes düşünme, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, herkesin din ya da inanç değiştirme özgürlüğü ve tek başına ya da başkalarıyla birlikte öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel adetlere saygı göstermek yoluyla, , açık ya da özel bir biçimde din ya da inancının gereklerini uygulama özgürlüğünü kapsamaktadır.


Madde 19. Herkes düşünce ve ifade özgürlüğüne hakkına sahiptir. Bu hak, herkesin hiç bir müdahale olmadan düşünce sahibi olma özgürlüğünü ve her türlü ifade etme aracıyla ve sınırları dikkate almaksızın bilgi ve düşünce arama, elde etme ve yayma özgürlüğünü kapsamaktadır.


Madde 20.
1. Herkes barışçıl biçimlerde, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir.

2. Hiç kimse bir örgüte bağlı olmaya zorlanamaz.


Madde 21.
1. Herkes, direk ya da özgür olarak seçilmiş temsilciler aracılığı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.

2. Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak sahip olma hakkı vardır.

3. Halkın iradesi, devlet gücünün yetkilerinin temelini oluşturmalıdır.. Bu irade, genel ve eşit oy hakkı ile gizli oy verme ya da benzeri özgür oy verme işlemi ile yapılacak olan peryodik ve gerçek seçimlerle, ortaya konulmalıdır.

Madde 22. Herkes, toplumun bir üyesi sıfatıyla sosyal güvenliğe sahip olma hakkı vardır ve herkes kendi onuru ve kişiliğinin özgürce gelişimi için kaçınılmaz olan ekonomik, sosyal ve kültürel hakların, her devletin yapılanması ve olanakları dikkate elınarak, ulusal tedbirler ve uluslararası işbirliği yoluyla gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.


Madde 23.
1. Herkes çalışma, uğraşını özgürce seçme, adil ve tatmin edci çalışma koşulları ve işsizliğe karşı korunma hakkına sahiptir.

2. Herkes, hiçbir ayırım gözetilmeksizin, eşit iş için eşit ücret alma hakkına sahiptir.

3. Çalışan herkes, kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır koşullar sağlayan ve gerekli durumlarda da sosyal güvence için başka tedbirlerle tamamlanmış olan adil ve tatbin edici bir ücret alma hakkına sahiptir.

4. Herkes, kendi çıkarını korumak için sendika kurma ya da sendikaya üye olma hakkına sahiptir.


Madde 24. Herkesin, dinlenme, çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve maaşını koruyarak düzenli biçimde tatilde olmayı da kapsayacak biçimde, boş zamana sahip olma hakkı vardır. 


Madde 25.
1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.

2. Anneler ve çocuklar özel bakım ve yardım alma hakkına sahiptirler. Evlilik içi ya da evlilik dışı ilişki içinde doğmuş olmalarına bakılmaksızın, bütün çocuklar aynı sosyal güvenceden yararlanmalıdır.


Madde 26.
1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından gerekli ve temel eğitim aşamasında ücretsiz olmalıdır. Gerekli temel eğitim zorunlu olmalıdır. Mesleki ve teknik eğitim herkes için elde edilebilir olmalıdır. Yüksek öğrenim, herkes için yeteneklerine göre eşit düzeyde açık olmalıdır.

2. Eğitim, kişiliğin bütünlüklü olarak gelişimini ve insan temel hak ve özgürlüklerine saygıyı güçlendirmeyi amaçlamalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu güçlendirici ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yönündeki çalışmalarını destekleyici olmalıdır.

3. Çocukların eğitimini seçme hakkı, öncelikle ana ve babanındır.


Madde 27.
1. Herkes toplumun kültürel yaşamına özgürce katılma, güzel sanatlardan yararlanma ile bilim alanındaki gelişmelere ve bunun yararlarına katılabilme hakkına sahiptir.

2. Herkes yaratıcısı olduğu bilimsel, edebi ya da sanat eserlerinde doğan maddi manevi çıkarlarının korunması hakkına sahiptir.


Madde 28. Herkesin, bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene sahip olma hakkı vardır. 


Madde 29.
1. Herkes, kişiliğinin özgürce ve bütünlüklü olarak tek başına gelişmesine olanak veren topluma karşı sorumluluklara sahiptir.

2. Herkes, hak ve özgürlüklerini kullanma sırasında, başkalarının hak ve özgürlüklerine gerekli dikkatin ve saygının gösterilmesini güvence altına almak ile demokratik bir toplumun genel ahlaki ve kamu düzeni ve genel refah düzeyi ile ilgili adil şartlarını karşılayabilme amacıyla, sadece yasayla belirlenmiş kısıtlamalara tabi tutulabilir.

3. Bu hak ve özgürlükler hiçbir durumda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı biçimlerde kullanılamaz.


Madde 30. Bu bildirgede yer alan hiçbir şeyin, herhangi bir devlet, topluluk ya da kişiye, burada ifade edilmiş olan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir çalışma ya da eylemde bulunabilme hakkını sağladığı biçimde yorumlanamaz.

Sayın Garbis

xerab zeman tarafından Cum, 03/14/2008 - 23:17 tarihinde gönderildi.


Sayın Garbis Altınoğlu,

TSK'nın son harekatı ile birlikte bu konu etrafındaki yazıların çokluğu sizce de doğal karşılanmış mıdır? Yani bu doğallıktan hareketle "ileri sürülebilir" diyorsunuz ama anlaşılan siz buna karşısınız, galiba?!...

Kürt sorunu ile alakalı bir yazınızı bu sitede okumuştum ve PKK eleştirisi olarak bunu bir köşeye koymuştum. Fakat bu görüşlerinize karşı Demir Küçükaydın'ın bir makalesini de bu sitede bulmuş olduğumdan, Demir’in makalesini beni de ifade ettiğinden size karşı verilen bir cevap olarak görmüştüm. Anlaşılan siz ikinci defa bir atak geliştirip bunu tüm siteye yönelttiniz. Dolayısıyla sizin siteye bakışınızdaki eksiklikleri bir ölçüde yerine getirme ihtiyacı duyuyorum.

"Ancak gene de Köxüz'ün, ağırlıklı olarak Kürt sorununu ele alan yazılarla dolup taşmasının çok da doğru ve yararlı olmadığını söylemem gerekiyor." Diyorsunuz.

Yani tartışılan şeylerden gayrı bu şeylerin niceliği tartışma konusu haline gelmiş oluyor. Keşke de bu şeylerin niteliğini tartışma konusu etseydiniz ve ayrıca sizin bahsettiğiniz nicelik'in kendisi dahi bir nitelik (duruş, politika) olarak da okunabilmektedir. Şu çokça bahsedilen "baş çelişki" gibi birşey eğer çokca ayrıntılandırılıyorsa anlamlıdır ve buna siz de hak vermeye hazırsınızdır, ne yazık ki bu çelişki türü sizin için ikincil türden bir şeydir.

"ancak son birkaç haftadaki yayın profilinin Köxüz'le Kürt ulusunun haklarını savunan diğer bir dizi site arasındaki farklılıkları büyük ölçüde ortadan kaldırdığı da ortadadır." Diyorsunuz.

Bu nokta önemlidir. herşeyden önce bağımsız bir duruş, bağımsız bir yayının da gerekçesidir. yani eğer bu doğruysa o zaman bu siteye bir ihtiyaç yoktur'u da tartışmaya başlarız ve bu site için de hiç hayırlı olmaz. yani onu sonlandırmak gerekir fakat henüz değil... zaten bu site girişimcilerinin savunduğu temel metinler bu sitede hala varolmakta ve sizin kastettiğiniz bu eşitlenme fiili olarak gerçekleşememektedir. elbette bu sitenin savunduğu teorik/politik metinlerin daha büyük bir güç tarafından savunulması ve pratik olarak politikaya uygulanması tabii ki istenilen bir durumdur. demek ki henüz bu ayrılıklar vardır ve herkes de "en etkili olacağı yeri seçmektedir."

"Köxüz'ün Kürt ulusal hareketine odaklı bir siteye dönüşmesi eğiliminde, genelde Türkiye/ Kuzey Kürdistan siyasetinin ve özelde Türkiye/ Kuzey Kürdistan ilerici-devrimci siyasetinin aktörlerinin fazlasıyla içe dönük ya da benmerkezci bakış açısı ve tarzının önemli bir rolü olduğu açıktır." Diyorsunuz ve bunun yanlışlığını ele alıyorsunuz.

Bir duruşu eleştirirken sizden beklenen bu duruşun nesnel olarak tutarlıca yerli yerine konulmasıdır; çünkü siz sıradan bir militan değilsiniz ve herşeyden önce de bir marksistsiniz, o yüzden "içe dönük", "benmerkezci bakış açısı ve tarzı" gibi tesbitlerin nesnel olanı açıklamakta kullanılmayacağını ya da yetersiz kaldığını bilirsiniz; vefakat bunu kullanarak iyi bir öğrenci olamıyorsunuz. sizce yapılması gereken şey bu "aktörlerin" öznel tarafları değil, onların nesnel olarak sosyolojide ne anlam ifade ettikleri önemli olmalıdır. ‘Bu aktörler nasıl bir zeminde (genel siyasal dünya ve Ortadoğu veya Türkiye gibi) neden vardırlar’ sorusunu cevaplayarak bir anlam bulmak mümkün olabilirdi. Üstelik siz bu aktörleri tam olarak tanımıyorsunuz, tanımanıza da imkan yok. Insan, tanımadığı bir insanın karakteri hakkında da bir fikir yürütebilir elbet, bu mümkündür. Ama bunu yaparken dahi onların sosyal mücadeleler içinde ve politik duruşlarına öngelen program anlayışlarından yola çıkmalıdır. Belki bu konular ileride tarafınızdan ele alınacaktır ve bizler de bu konuda beklenti içindeyizdir.

Gelelim sizin bu aktörlerin öznel olarak tesbit ettiğiniz yanlışlarına...

"Bu, iki açıdan yanlıştır: Birincisi, yazılarımda birkaç kez dile getirmiş olduğum gibi, Türkiye ve Kürdistan'da meydana gelen bellibaşlı bütün önemli değişiklik ve gelişmeler, en azından Ortadoğu bölgesinde olup bitenler ve emperyalistlerarası çelişmeler ve bölge/ dünya siyasal güç dengelerindeki oynamalar hesaba katılmadan anlaşılamaz. Bu hususun yeterince açık olduğunu sanıyorum." Diyorsunuz.

Çok doğru ve tabii ki bu sitenin yazarları da buna dikkat ettiklerinden bu eleştiriniz onlara yönelik olarak bir anlam ifade etmemektedir. Bütün yazarlar olmasa da yazılanların önemli bir çoğunluğu hep genel bir coğrafya ve emperyalist odaklardan veya siyasal merkezler dikkat edilerek yazılmış makalelerden oluşmaktadır. Lütfen yazılmış makalelere tekrar bakılırsa bu eleştirinizin yersizliği görülür.

"İkincisi, Kürt ulusal hareketinin kendisine adeta bütün Ortadoğu halklarının öncüsü ve yolgöstericisi rolünü biçmiş olmasıyla ilgili." Diyorsunuz ama bu söylediğiniz şey de eleştirinizin başlığı ile uyumlu değil. Çünkü tesbit ettiğiniz bu ikinci yanlış başka bir özneyle alakalı, Kongra-Gel Başkanlığı ve Yürütme Konseyi ile alakalı... "Kendisine böyle bir rol biçen Kürt ulusal hareketinin ve onun çizgisi doğrultusunda siyasal eylem yapanların ve görüş belirtenlerin, en azından başka Ortadoğu halklarının çektikleri acılara ve kurtuluş savaşımlarına daha fazla duyarlı olmaları beklenirdi. Ama yaşamın pratiğinin bu beklentiyi doğruladığını söylemek asla olanaklı değildir." diyerek bu siteyle alaka kurmaya çalışmak ne kadar doğrudur? Velev ki doğru olsun. Bu bahsettiğiniz duyarsızlık da nesnel olanla bir alaka kurulmaksınız anlaşılamaz. Bahsettiğiniz bu ikinci yanlış olsa olsa bu yanlışı yapanları hedef almalıdır ama buraya sanki okurları kendine getirmek için konulmuş gibidir ve asıl olarak da kürt olmayan veya kendisini sosyalist veya marksist olarak tanımlayan okurları, bu tür kürt yapılarından korumak ister bir havadadır. Böyle yaparak onları uyarmış oluyorsunuz. Elbette bu tür uyarıları yapmaya hakkınız vardır ve genel olarak marksizm defterlerine yazılmış bir dersi hatırlatıyorsunuz: komünist olmayan bir hareketin peşinden gidildiğinde, o hareketin karşılaşacağı sonuçlar paylaşılır. Büyük ihtimal bu hareketler yenilirler ve o yenilgi aynı zamanda onu destekleyenlerin de bir yenilgisi olur. Bu elbette site girişimcileri tarafından bilinmektedir ama onlar peşinen yenilgiyi Kabul etmemelerine rağmen yine de bütün toplumsal hareketlerin yenilgisini görmüş ve yaşamışlardır. Tıpkı sizin gibi… bütün yüce hareketler bir şekilde yenilmektedirler veya aşılmaktadırlar o halde bu bilinerek daha büyük yenilgiler için mücadele edilemez mi? Genel dünya durumuna bakıldığında ümitsizlik vardır ve yenilgi kaçınılmaz gibi duruyor. Ama hatırlarsanız ekim devriminin önderleri, 72. Günde paris komününü geçtik diye sevinmişlerdir. Ve onlar aslında komünden de ileri geçerek daha büyük bir yenilgiyi hazırlamışlardır.

“Kendisini enternasyonalist değil de anasyonalist olarak nitelendirmesi Köxüz'ün ve onun yazarlarının, dünyanın neresinde olursa olsun ezilen, kanı dökülen, vahşice sömürülen işçilerin, diğer emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin vb. hedef oldukları haksızlıklar karşısında duyarsız kalmasını değil, tam tersini gerektirir.” Diyorsunuz, ilk once bu sitenin logosu yanındaki spota gözatıldığında görülecektir ki “demokratik cumhuriyet için”dir. Elbette anasyonal bir hedef gözetilmektedir ama yazarlar sözkonusu olduğunda ve yazıların büyük çoğunluğu bu hedefte olduğundan bu spot uygun görülmüştür. O bakımdan bu eleştiriniz de yersizdir. Velev ki bu doğru olsun o zaman da ezen ulus devrimcilerinin kaçtığı yer tutulmak istenmiştir. Hani şu enternasyonal görevler sözkonusu olduğunda ezen ulus devrimcisinin kriteri ezen ulus şövenizmine karşı olmalıdır ya işte bu görev öncelikli olarak tesbit edilmiş ve aslında sizin bahsettiğiniz diğer görevler bunun yanında hamaset kalmaktadır. Bizce filistin halkının yanında olmak demek Hamas’ın yanında olmak demektir ama siz –allah bilir- bunu da kabul etmezsiniz. Ama sosyalist literature yayılan bu hamasete ortaklık etmek bizlere yakışmaz. Ve inanın bu türden literature her yerde rastlarsınız o literatur başka yerde olduğundan dolayı burada tekrar edilmesine hiç de lüzum yoktur ve bu durumda da bu siteye gerek yoktur zaten. Ve elbette bu konularda da yazılar olmalı ve zaten var, örneğin siz yazıyorsunuz ve Haluk Gerger yazıyor ve daha başkaları… ama bu konuların daha baskın olması hiç bir insanın elinde olan bir durum değildir. Örneğin ben filistine ne kadar yanarsam yanayım bu konuda yazacaklarımın etkisi çok az olacaktır. (başkaları ne kadar etkilenir bilinmez ama ilk once yazar kendi yazdıklarından etkilenmeli ve öğrenmelidir, değil mi? ve başta denildiği gibi herkes ve özellikle devrimciler hayatta en etkili olacağı yeri seçer. Ve sırası gelmişken eğer bu tür konularda yazılan yazıların da teorik/politik dolulukta olması beklenen bir şeydir. Örneğin Filistin konusunda politikalar nedir, ne olmalıdır veya sınıf hareketinin yönü hangi aşamalar veya tahlilleri yapmaya zorunlu kılar gibi sorular sorularak yazıldıklarında bir verim alınabilir. Sizin siteye yazdığınız yazılarda maalesef bu verimi alamadım –belki başkaları almış olabilir- ama yine de bir haber gibi de okunabilir değeri olduğu kabul edilmektedir. Ve bundan da önemlisi sizin kendi tarihiniz ve evriminiz çok daha önemlidir. Ve bir bilgi: anasyonal veya uluslara karşı olan köxüz sitesi hazırlanmış ama yazarlar ve dahi yazıların içeriği bu siteyle uyumlu bir çoğunluğa ulaşmadığı için şimdilik ileri bir tarihe bırakılmıştır. Ama bu sitede dahi bu türden yazılar yeralmaz değildir, pekala bu özgürlük kullanılabilir ve kısmen kullanılmaktadır.

"Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse, ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, sosyal-demokrat açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz." (Ne Yapmalı?)

Lenin’den aktardığınız bu cümle tam olarak köxüzün amaçlarına ve eylemine uygundur. Yani bu alıntı tam da bizleri (ezen ulus sosyalistlerini) asıl görevlerimize yönlendirmektedir. İşçilere siyasal bilinç vermek veya onların önüne siyasal görevleri koymak ve eylem içinde eğitilmelerini sağlamak ve böylelikle devrimci (siyasal) bilince erişmek… Verili durum içinde bu bilinç ekonomik olarak vardır ve örneğin Filistin meselesinde bir duyarlılık da vardır. Ve anti emperyalizm meselesinde de yeterli bir bilinç vardır. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz ama her sınıfın kör olduğu nokta dışarısı değil, içerisidir, ve bizzatihi kendi egemenlerinin siyasal pozisyonudur veya onların devletleridir. Siyasal bilincin amacı eğer devrimci is eve bu isteniyorsa sonuçta siyasal iktidarla ilgilenilmek zorundadır. Ve siyasal erk bürokrasi ve militarism veya devlet sınıfları olarak bildiğimiz iktidardır. Işte bu iktidarın yıkılması veya değiştirilmesi hedefiyle hareket edenler devrimcidirler ve aslında büyük bir toplumsal gücü de bu hareketler oluşturmaktadır. Şu beğenmediğiniz Parti-Cephe dahi devrimcidir. Çünkü o yoksullar üzerinde yükselmektedir ve küçük-burjuva karakteri olsa dahi direct olarak devleti/siyasal erki hedef tahtasına koyduğundan dolayı güçlü kalmaktadır. Ama sosyalist hareketin hemen hemen tamamı ekonomisttir yani devrimci değildir, çünkü hedeflerinde siyasal erk yerine başka şeyler vardır. Bu düşman ya dışarısıdır veya içte burjuvazidir. Ve aslında bu burjuvazinin bürokrasi kadar siyasal bir gücü yoktur. O yüzden de her burjuvazi eleştirisi dolaylı olarak bürokrasi ve militarizmin dolaylı olarak desteklenmesiyle sonuçlanmaktadır. Ve tabloya geriden bakıldığında bütün anti emperyalistler milliyetçilerle aynı yönde hareket etmektedirler. Işte bozulması gereken bu tablodur ve bu iş hiç de kolay değildir. O yüzden sitede yeralan ezen ulustan olan köxüz yazarları ilk once kendi ezenlerine karşı olmayı seçmişlerdir. Ve ne yazık ki işçi sınıfı ve emekçileri de gerici milliyetçilik zehriyle hastalanmıştır. Ve görevimiz de böylesi zor koşullarda devrimcilik yapmaktır. Siz bu görevin ağırlığını bilecek olgunluktasınızdır o yüzden bizleri siz de anlamazsanız kim anlayacak? Takdir edersiniz ki bu zor görevi sırtlayanlar kolay görevler konusunda bir hassasiyet veya sizin deyişinizle bir duyarlılık içerisindedirler. Nasıl söylesem bilmem ki: bu görevi yerine getiren bizleri ağır bedeller beklemektedir. (Sizin de ödediğiniz bedeller.) Ama önerdiğiniz konularda yazılacak yazıların hiç bir bedeli yoktur. Peşinen bu bedeli ödemeye hazır insandan daha ne tür bedeller istenir ki ve aslında o bedellerin bu alanda temize çekilmesini düşünmek daha doğru değil midir?

“Tabii bu durumdan site yönetimi, yani esas olarak Demir Küçükaydın sorumlu tutulamaz. Bazı temel ölçütler çiğnenmediği sürece onlar -haklı olarak- siteye gönderilen yazılara sansür ya da engelleme uygulayamazlar ve uygulamamaktadırlar. Ancak bu arada, Demir Küçükaydın'ın da TSK'nin Güney Kürdistan operasyonu konusunda arka arkaya bir dizi yazı yayımladığını, yani onun da akıma karşı çıkmak bir yana, o doğrultuda yüzdüğünü söyleyebilirim. Bu da, Köxüz'ün bütün ezilen ve sömürülen sınıf ve katmanların sözcüsü rolünün daraltılmasına ve ilerici-devrimci muhalefetin en geniş demokrasiyle nitelenen forumu olma özelliğinin zedenmesine site yöneticisinin kendisinin -istemeden de olsa- yaptığı bir katkı gibi anlaşılabilir.” Diyorsunuz.

Ama bu noktalarda doğruları bir olumsuzluk olarak görüp, peşinden forumun zedelendiğini söyleyerek de kendi içinde çürük bir bağlantı kuruyorsunuz. Her şeyden once bu akım devrimci ve de sizin deyişinizle enternasyonalisttir. Bu sitede girişimciler ve özellikle Demir Küçükaydın ezen ulustan olanları sert bir dille bilinçlendirmektedir ve böylelikle ağır görevlerinin bir kısmını yerine getirmektedir. Sizse bu akıma karşı çıkmak gerektiğini söylüyorsunuz, bizse tam aksini düşünmekteyiz. Kim haklı?

Bu site her şeyden once siyahlardan yanadır ve onlar ne kadar kötü işler yaparsa yapsın bu değişmemektedir. Örneğin bir işçi en olmadık zamanda patronuna bir yumruk atsa veya bireysel bir terör eylemi gerçekleştirse dahi onu haklı buluruz. Programımızda şu tesbitler vardır: genel dünya durumu düşünüldüğünde dünyanın siyahları (ki onlar şu zamanda islam bayrağıyla yürümektedirler) onlardan yanayızdır. Ama islam bayrağıyla yürüyenler Türkiye’de ezen konumundadırlar ve Türkiye’nin siyahları ise kürtlerdir, ve bizler onların yanındayızdır. Üstüne üstlük sosyalistlerin başdüşman ilan ettiği AB-D emperyalizminin planlarına şiddet ve bir programla (demokratik cumhuriyet) karşı koyan bu bahsettiğiniz akım, karşı konulması gereken değil, özellikle desteklenilmesi hatta ve hatta katılınması gereken bir akımdır/programdır. Yeryüzünde bütün olarak bir demokratik cumhuriyetin kurulması ve dahi bunların aşılması bu akımın eylemi olduğu müddetçe buradayızdır. Bu akımdan kopmak için bunun soluğunun kesilmesi veya gericileşmesi gerekir. Bu ne zaman olur bilinmez, bizler gözlerimiz önündeki varolan harekete bir yerden dahil olur ve destekleriz, devrimcilikten anladığımız da budur!

“"Kürt sorunu"nu ele alan yazıların Türk gericiliğini ve militarizmini ve onların yardakçılarını hedef alması nesnelerin doğası gereğidir. Ancak bu, Köxüz yazarlarının Kürt ulusal hareketi ve onun siyasal öncüsünü hemen hemen hiç eleştirmemelerini mi, onun politika ve taktiklerini her zaman onamalarını mı gerektiriyor? Kuşkusuz kimse, bu hareketin ya da herhangi bir hareketin kusursuz ve/ ya da eleştirilemez olduğunu söylemeyecek, söyleyemeyecektir. Ancak, eleştirinin bir çeşit düşmanlık ya da ihanet olarak algılanmasına yolaçan, dostluk ve dayanışmayı da kayıtsız koşulsuz destekle ve göklere çıkarmakla özdeşleştiren toplumsal kültürümüz ve ulusal hareketin kendi özgün geleneği tam da böyle bir sonucu doğurmaktadır.” Diyorsunuz.

O halde işin zor kısmının halledildiğini varsayıyorsunuz, yanılıyorsunuz. Bu görev ancak Türkiye’deki sınıfların demokratik bir ulus/cumhuriyet istemeleriyle tamamlanabilir. Ve bu nokta şimdilik çok uzağımızdadır o yüzden tavsamaya yer olmamalıdır. Örneğin sizi ele alalım, siz bu görevleri ne kadar yerine getirdiniz? Örneğin sizin hedeflediğiniz devlet ne kadar demokratiktir? Ulusu nasıl tanımlarsınız?

Ama eleştiri konusunda kısmen haklısınız. Eleştiri ve onama kültürü bizim tarihsel karakterimiz olabilir veya bu kültür belki de tüm ezilenlere mahsus bir karakter de olabilir. Öyleyse bu sorun nasıl aşılacaktır? Sanırım bu konuda da bir duyarlılık sizin en çok eleştirdiğiniz site yöneticisinde bulunmaktadır. Mesela ben de bu konuda sizi eleştiriden ne anladığınızı buradan çıkarmaktayımdır. Eleştiri onama veya onamama, evet ya da hayır’lama anlamına gelmez. Lafzi olarak bilinen yapıcı eleştiri de verili durumun gerçek bir tablosuna dayanan analizler de bir eleştiri türüdürler. Eleştirinin bir yeri ve de bir zamanı vardır. Örneğin siyahlara yönelik her eleştiri beyazların hanesine bir artı olarak yazılır, bu durum kaçınılmaz olarak böyledir ve hareketin hızını kesen her doğru eleştiri zamansız olduğundan haklılığı da beyazlar hanesine yazılan bir artı demektir. Ve her eleştiri sahibi doğru bir zeminden harekete müdahale eder, eğer bu zemin çürükse eleştirilene değil, zemine bakılarak bir değer verilir veya verilmez. Işte bu noktalar da henüz tarafınızdan bilinmez kalmaktadır veya biliniyor da aksi yapılıyorsa bu çok daha vahim olmaktadır. Şu marksist yöntem ne yazık ki tüm marksistlerce bilinmemektedir: devrimci bilinç devrimci eylem içinde gelişir/gerçekleşir. O yüzden işçiler ne kadar yanlış eylem içinde olsalar dahi bir hareket oluşturduğunda o harakete dahil olunur ve oradan eleştirilir. Böylesi bir tarzı benimsemeyenlerin devrimciliği sizce de tartışılmaz mı?

“Bitirirken şunu da eklemeliyim: Köxüz yazarlarının birçoğu ya da bir bölümü, bu sitede ya da başka yerlerde yazdıklarının genelde Kürt ulusal hareketinin ve özelde PKK'nın genel rotasını ya da taktiksel politikalarını şu ya da bu ölçüde etkilediğini düşünüyor olabilirler. (Zaten onların bir bölümü bu hareketin içinde ya da periferisinde yer almaktadırlar.) Köxüz'ün ilerici ve devrimci kamuoyu ve bu arada Kürt halkının siyasal bakımdan ileri kesimleri tarafından yaygın bir biçimde izlendiği ve onların eğitimine ve siyasal değerlendirmelerinin biçimlenmesine önemli düzeyde katkıda bulunduğu tahmin edilebilir.” Demişsiniz.

Eğer bu doğruysa ancak gurur duyulabilir ama henüz bundan uzağız.

“Ancak aynı hususun PKK'nın, ana gövdesi Güney Kürdistan'da bulunan önderliği için geçerli olduğunu düşünenlerin önemli bir yanılgı içinde oldukları kanısındayım.” Demişsiniz.

Haklısınız bundan çok çok uzağız ama bu önderlikten bizim çıkardığımız taktikleri benimsetme lüksüne de sahip miyiz, acaba? Takdir ederseniz siz de biz de bu önderliğe göre dışarda kalmaktayızdır. O yüzden bizler doğru politikalar önerdiğimizde dahi ne kadar doğru olduğunu düşünsek dahi bunları kazanılmış bir mevzi saymak eğilimindeyiz. Bir ders notu olarak tarihimize düşmek istemekteyizdir. O yüzden bu yollu eleştiriniz de boşa çıkmaktadır.

“Bu önderlik -doğruluğu ya da yanlışlığı bir yana- taktiksel tutumlarını özelde Irak'ın ve genelde Ortadoğu'nun güç dengelerini ve ABD başta gelmek üzere ‘büyük' devletlerin konum ve politikalarını hesaba katarak belirlemektedir. Kendisine karşı gösterilen biçimsel saygıya rağmen Abdullah Öcalan'ın bile görüşlerinin dikkate alınmadığından zaman zaman yakındığı bir ortamda…” Demişsiniz ama yanlış bunun nesinde? Gerçek bir analiz mevcut güçlerin bir pozisyonunu eksiksiz olarak vermeye dayanır. Dost ve düşman güçler karşı karşıya konularak taktikler belirlenir ve yapılan da odur.

“Köxüz yazarlarının kendi görüşlerinin olası etkileri konusunda fazla hayalci olmamaları, nesnelerin doğası gereğidir.” Diyerek eleştirinizi sonlandırmışsınız. Ama bizlerin hayalciliğini peşinen teslim etmişsiniz. Yukarıda ne kadar hayalci olduğumuz konusunda bir fikir edinmeye yeterli deliller (!) var mıdır? Yine de bizler sizin akımınıza ters bir hayalcilik denemesi yapalım, isterseniz. Evet bizler Pisarev kadar hayalciyizdir, onun kadar ve Lenin kadar, Che kadar hayal görmek istiyoruz ama ne kadar beceriyoruz ki? Belki en azından kitlelerin demokratik cumhuriyet programı hatta bir programı bile olmayan parolasıyla hareketlenmesi bizim en yakın hayalimizdir.

Selamlar,