23 Şubat’ta Ankara’da düzenlenen konser beklentileri (!)
karşılamamış ve birkaç güzel şey haricinde fiyasko denilebilecek bir sonuçla
noktalanmıştır.
1. Salon girişinde ilk karşılaştığım şey Öcalan Posteri
krizi üzerine tepkilerdi. Doğal olarak kendisine sosyalist diyen Türklerden
gelen bir tepki olarak gördüğüm benzeri tepkiler, çalışma yürüttüğüm Mamak
ilçesi içinde de meydana gelmişti. Bana ilk söylenilen şey; “Öcalan posterinin
kürsüye asılması” şeklinde bir krizdi. İçeri girdiğimde bu posterin kürsüde
değil, salonun üst tepe noktasında asılı oldukça mütevazı bir küçüklükte olduğu
idi. Bence de bu poster asıl olarak kürsüde olmalıydı, ama asıl olarak kürt
gençleri bu posteri oldukça “makul” bir yere asmayı tercih etmişler.
Kriz çıkaranlar şunu aklından hiç çıkarmamalılar: Öcalan,
kendisine ÖZGÜRLÜK HAREKETİ diyen, hali hazırda değil ortadoğuda, tüm dünyadaki
en gelişmiş yoksulları bir araya getiren hareketin önderidir. Kendisi kısaca
KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ olarak bilinmektedir ve daha önemlisi, etkinliği
düzenleyen HDP içinde en önemli bir bileşendir. Bu bileşenler içinde rahatsızlık
yaratmaması gereken bir durumdur. Ama her nedense (!) bu her adımda yok
sayılmak istenmektedir.
İlk önce Mamak Seçim Bürosu açılışında bu kriz “kürtçe halay
ve sloganlar” yüzünden patlak vermiş ve kendisini BAĞIMSIZ VE ÖZERK olarak
gören, YURTSEVER DEVRİMCİ GENÇLİK hareketi, tepkisini ortaya koymuş ve bundan
sonra çalışmalara destek vermeyeceğini söylemiştir.
Yaşanan son kriz, daha da derinleşmektedir. Örneğin Bahoz Arslan, çalışmalara katılmayacağını söylemektedir. Bu hareketi tekrar kazanmak
gerekmektedir. Bu harekete bir özür borcu ilgililer tarafından ödenmelidir.
2. Salon ancak üçte bir oranında bir doluluğa sahipti ve bu
da aslında bir krizdi. Sanırım bu krizin sebepleri ilk başta Örgütlenme
Komitesi’ndedir. Çünkü bilet paralarının (20 Lira) olması büyük bir katılımın
olmayacağının işareti olarak bulunduğum komisyonlarda, tarafımdan
belirtilmişti. Ortalama 10 Lira hatta, bedava bir konser olsaydı, salonun
dolması sağlanabilirdi.
Bu krizin ikinci nedeni ise örgütsüzlüktür. Ve asıl olarak
örgütsüz olan da BDP bileşenidir. Bildiğimiz gibi kitlesi en fazla olan taraf
kitlelerini başka noktalara sevketmede örgütsüzdür. Ama onların da gerekçeleri
asıl olarak birinci gerekçedir, yani, bilet ücretlerinin yüksekliği… ve
örgütsüz olmaları da biraz doğal kabul edilmelidir. Çünkü pek çok insanı ve de
örgütlü insanı ya cezaevindedir ya da Rojava’da…
Ama örgütsüzlük sanırım satılan biletlerin (sanırım
2,000-2,500) sahiplerinin dahi salonda yeralmayışlarıdır. Anlaşılan o dur ki
biletler bağış olarak satılmıştır.
3. Bence bu iki kriz yanında oldukça güzel olan bir durum
yaşanmıştır ve ilerisi için umut verici önemdedir. Güzel ve umutlu olan iki
eşbaşkan’da somutlanmıştır: Ertuğrul Kürkçü ve Sabahat Tuncel… Kürkçü
konuşmasında Öcalan’a övgüler düzerken, Tuncel de Mahir, İbo ve Deniz’e övgüler
düzerek mücadelenin sürekliliğini vurgulamışlardır. Kürkçü ve Tuncel bu
konuşmalarını çalışmış veya çalışmamış olabilirler ama demokratik bir duruşun
örneği ve umudu olabilmeyi başarmışlardır. Kürkçü ne Mahir’den ne de başka bir ‘Türk’
önderden bahsetmez ve asıl olarak bir ‘Kürt’ önderi konuşmasının merkezine
koyarken; Tuncel, hiç Öcalan vurgusu yapmamış ve asıl olarak ‘Türk’ önderlere
vurgu yapmışlardır. BU GERÇEKTEN UMUT VERİCİ DEMOKRATİK BİR DURUŞ olarak
kayıtlara geçmelidir.
Programatik olarak, hiçbir özne kendi çevresini veya
potansiyellerinin tümünü bile örgütlese KURTULUŞ mümkün gözükmemektedir. Her
ÖZNE ancak diğer öznelerin talep ve sorunlarının çözümüne dair hedeflerini
kendi programına yansıttığı zaman BAŞARI veya ZAFER mümkün hale gelecektir. BU
DA BİZLERİN ASIL ÇIKARMASI GEREKEN DERSİDİR.
Gerçek laiklik, yani tüm inançların ve de inançsızların
özgürce, yan yana inandığı gibi yaşaması ancak çoğunluk olanının ya da egemen
olanın kendi çıkarları yerine; ezilenin çıkarlarını kendi programına veya
bayrağına yazması ile mümkündür. Aksi halde çoğunluk olan öznelerin kurtuluşu
dahi mümkün değildir. Bu tüm dünyada ezilenlerin sorunlarının demokratik
çözümünün ANAHTARIDIR.
Örnek verelim işçi sınıfının kurtuluşu ancak tüm diğer
ezilenlerin veya YENİ SOSYAL HAREKETLER’in kurtuluşuna bağlanmıştır. (Ulus,
Cins, Ekoloji, Gençlik, Hayvan Hakları ve ilh. Merkezli olan tüm hareketler,
Yeni Sosyal Hareketler olarak Sınıf Hareketlerinden ayrı bir hareket olarak
ortadadırlar.)
Eski sınıf merkezli olan Marksizm bütün bu hareketleri bir
program içinde bir araya getirmelidir. Bu programın görünür şekilde (Kürkçü ve
Tuncel’in konuşmaları) bir somutluğu olmalıdır. Yani gerçek zafer diyelim din
ve inanç özgürlüğü bir ateistin veya devrimcinin mücadelesiyle gerçekleşemez. Bunun
için çoğunluk din olan Müslümanların bu özgürlüğü savunmaları gerekir. Anti
kapitalist Müslümanlar bu bakımdan demokratik Müslümanların gururu sayılırlar. Örneği
biraz daha genişletelim; işçi sınıfının çıkarları için mücadele eden tüm
örgütler her şeyin başına diğer ezilenlerin taleplerini aldığında ancak ZAFER
mümkün hale gelir. Aksi halde bir inançsızın inanç özgürlüğünü savunması somut
kazanımlar açısından –ki politika bu yüzden yapılır- pek bir anlamı olmaz. Elbette
dar anlamda bir önemi vardır ama bu önem geniş politik anlamda yiter gider veya
görünmez kalır.
Bir işçi önderinin işçi sınıfının çıkarlarını savunması
kadar doğal bir şey olamaz. Ama bu mücadelenin başarısı dahi ancak diğer
ezilenleri aynı bayrak altında toplamakla mümkündür. Yani bir işçi ancak bir
işsizin çıkarlarına uygun hareket ederek başarı kazanabilir, tersi durumda –ki durum
budur- yalnızlaşır ve güçten düşer…