24 Şubat 2014 Pazartesi

HDP ANKARA KONSERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


23 Şubat’ta Ankara’da düzenlenen konser beklentileri (!) karşılamamış ve birkaç güzel şey haricinde fiyasko denilebilecek bir sonuçla noktalanmıştır.

1. Salon girişinde ilk karşılaştığım şey Öcalan Posteri krizi üzerine tepkilerdi. Doğal olarak kendisine sosyalist diyen Türklerden gelen bir tepki olarak gördüğüm benzeri tepkiler, çalışma yürüttüğüm Mamak ilçesi içinde de meydana gelmişti. Bana ilk söylenilen şey; “Öcalan posterinin kürsüye asılması” şeklinde bir krizdi. İçeri girdiğimde bu posterin kürsüde değil, salonun üst tepe noktasında asılı oldukça mütevazı bir küçüklükte olduğu idi. Bence de bu poster asıl olarak kürsüde olmalıydı, ama asıl olarak kürt gençleri bu posteri oldukça “makul” bir yere asmayı tercih etmişler.

Kriz çıkaranlar şunu aklından hiç çıkarmamalılar: Öcalan, kendisine ÖZGÜRLÜK HAREKETİ diyen, hali hazırda değil ortadoğuda, tüm dünyadaki en gelişmiş yoksulları bir araya getiren hareketin önderidir. Kendisi kısaca KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ olarak bilinmektedir ve daha önemlisi, etkinliği düzenleyen HDP içinde en önemli bir bileşendir. Bu bileşenler içinde rahatsızlık yaratmaması gereken bir durumdur. Ama her nedense (!) bu her adımda yok sayılmak istenmektedir.

İlk önce Mamak Seçim Bürosu açılışında bu kriz “kürtçe halay ve sloganlar” yüzünden patlak vermiş ve kendisini BAĞIMSIZ VE ÖZERK olarak gören, YURTSEVER DEVRİMCİ GENÇLİK hareketi, tepkisini ortaya koymuş ve bundan sonra çalışmalara destek vermeyeceğini söylemiştir.
Yaşanan son kriz, daha da derinleşmektedir. Örneğin Bahoz Arslan, çalışmalara katılmayacağını söylemektedir. Bu hareketi tekrar kazanmak gerekmektedir. Bu harekete bir özür borcu ilgililer tarafından ödenmelidir.

2. Salon ancak üçte bir oranında bir doluluğa sahipti ve bu da aslında bir krizdi. Sanırım bu krizin sebepleri ilk başta Örgütlenme Komitesi’ndedir. Çünkü bilet paralarının (20 Lira) olması büyük bir katılımın olmayacağının işareti olarak bulunduğum komisyonlarda, tarafımdan belirtilmişti. Ortalama 10 Lira hatta, bedava bir konser olsaydı, salonun dolması sağlanabilirdi.

Bu krizin ikinci nedeni ise örgütsüzlüktür. Ve asıl olarak örgütsüz olan da BDP bileşenidir. Bildiğimiz gibi kitlesi en fazla olan taraf kitlelerini başka noktalara sevketmede örgütsüzdür. Ama onların da gerekçeleri asıl olarak birinci gerekçedir, yani, bilet ücretlerinin yüksekliği… ve örgütsüz olmaları da biraz doğal kabul edilmelidir. Çünkü pek çok insanı ve de örgütlü insanı ya cezaevindedir ya da Rojava’da…
Ama örgütsüzlük sanırım satılan biletlerin (sanırım 2,000-2,500) sahiplerinin dahi salonda yeralmayışlarıdır. Anlaşılan o dur ki biletler bağış olarak satılmıştır.

3. Bence bu iki kriz yanında oldukça güzel olan bir durum yaşanmıştır ve ilerisi için umut verici önemdedir. Güzel ve umutlu olan iki eşbaşkan’da somutlanmıştır: Ertuğrul Kürkçü ve Sabahat Tuncel… Kürkçü konuşmasında Öcalan’a övgüler düzerken, Tuncel de Mahir, İbo ve Deniz’e övgüler düzerek mücadelenin sürekliliğini vurgulamışlardır. Kürkçü ve Tuncel bu konuşmalarını çalışmış veya çalışmamış olabilirler ama demokratik bir duruşun örneği ve umudu olabilmeyi başarmışlardır. Kürkçü ne Mahir’den ne de başka bir ‘Türk’ önderden bahsetmez ve asıl olarak bir ‘Kürt’ önderi konuşmasının merkezine koyarken; Tuncel, hiç Öcalan vurgusu yapmamış ve asıl olarak ‘Türk’ önderlere vurgu yapmışlardır. BU GERÇEKTEN UMUT VERİCİ DEMOKRATİK BİR DURUŞ olarak kayıtlara geçmelidir.

Programatik olarak, hiçbir özne kendi çevresini veya potansiyellerinin tümünü bile örgütlese KURTULUŞ mümkün gözükmemektedir. Her ÖZNE ancak diğer öznelerin talep ve sorunlarının çözümüne dair hedeflerini kendi programına yansıttığı zaman BAŞARI veya ZAFER mümkün hale gelecektir. BU DA BİZLERİN ASIL ÇIKARMASI GEREKEN DERSİDİR.

Gerçek laiklik, yani tüm inançların ve de inançsızların özgürce, yan yana inandığı gibi yaşaması ancak çoğunluk olanının ya da egemen olanın kendi çıkarları yerine; ezilenin çıkarlarını kendi programına veya bayrağına yazması ile mümkündür. Aksi halde çoğunluk olan öznelerin kurtuluşu dahi mümkün değildir. Bu tüm dünyada ezilenlerin sorunlarının demokratik çözümünün ANAHTARIDIR.
Örnek verelim işçi sınıfının kurtuluşu ancak tüm diğer ezilenlerin veya YENİ SOSYAL HAREKETLER’in kurtuluşuna bağlanmıştır. (Ulus, Cins, Ekoloji, Gençlik, Hayvan Hakları ve ilh. Merkezli olan tüm hareketler, Yeni Sosyal Hareketler olarak Sınıf Hareketlerinden ayrı bir hareket olarak ortadadırlar.)
Eski sınıf merkezli olan Marksizm bütün bu hareketleri bir program içinde bir araya getirmelidir. Bu programın görünür şekilde (Kürkçü ve Tuncel’in konuşmaları) bir somutluğu olmalıdır. Yani gerçek zafer diyelim din ve inanç özgürlüğü bir ateistin veya devrimcinin mücadelesiyle gerçekleşemez. Bunun için çoğunluk din olan Müslümanların bu özgürlüğü savunmaları gerekir. Anti kapitalist Müslümanlar bu bakımdan demokratik Müslümanların gururu sayılırlar. Örneği biraz daha genişletelim; işçi sınıfının çıkarları için mücadele eden tüm örgütler her şeyin başına diğer ezilenlerin taleplerini aldığında ancak ZAFER mümkün hale gelir. Aksi halde bir inançsızın inanç özgürlüğünü savunması somut kazanımlar açısından –ki politika bu yüzden yapılır- pek bir anlamı olmaz. Elbette dar anlamda bir önemi vardır ama bu önem geniş politik anlamda yiter gider veya görünmez kalır.


Bir işçi önderinin işçi sınıfının çıkarlarını savunması kadar doğal bir şey olamaz. Ama bu mücadelenin başarısı dahi ancak diğer ezilenleri aynı bayrak altında toplamakla mümkündür. Yani bir işçi ancak bir işsizin çıkarlarına uygun hareket ederek başarı kazanabilir, tersi durumda –ki durum budur- yalnızlaşır ve güçten düşer…