"Yeni Bir Ortadoğu'ya Doğru" başlığı ile SYKP MYK Siyasal Bir Metin duyurusuyla 26 Kasım 2014 tarihinde SYK mail grubunda yayınlanan metnin eleştirisidir.
Bundan bir önceki metin, karar metni idi ve karar metnine göre peşinden gelen Ortadoğu Üzerine Siyasal Metin karar metninin önemli bir yanlışını düzeltmektedir. “Herkes HDP’ye!” başlığı ile ele aldığımız çağrıda “Türk sentrizmi” üzerinde duruyor ve bütün “bileşenleri” (ve en başta da partimiz SYKP’yi Kürdistan Özgürlük Hareketi noktasında eleştiriyorduk. Ne derler? Aklın yolu birdir. Bu bakımdan “Ortadoğu Metni” Türk sentrizminden çıkış için bir ilk olmaktadır. Bu metin hiç olmazsa Ortadoğu ve Özgürlük Hareketi ile sosyalizm veya Marksizm dolayımını gerçekleştirmemize olanak sunmaktadır. Partimiz önemli bir suçlamadan kurtulmuştur ve sırf bu yönüyle bile yoldaşlarımız kafası dik olarak kitleler ve tarih önünde hesap verir konuma gelmişlerdir. MYK ‘da görev alan ve bu metne emeği geçen tüm yoldaşları tebrik ediyoruz.
“Ortadoğu’da bir demokrasi vahası: Rojava”
Yukarıdaki başlık
altında ele alınan bölümde bu görev kotarılmıştır. Övgüler bu başlık altında
ele alınan soruna devrimci Marksist yaklaşımdan ötürü yapılmıştır ve ne
söylense de azdır. Bu başlık altında serilen yaklaşım tüm yoldaşlarımızın artık
ezberlemesi gereken ve her adımda-taktikte bakılması gereken jalon gibidir.
Bu kadar övgü yeter!
Çünkü bizler övmeyi ve övülmeyi seven bir siyasal gelenekten gelmiyoruz. Bizler
için en değerli olan davranış ELEŞTİRİ’dir ve Lenin yoldaşın deyişiyle “bir
partinin ciddiyeti, hatalar karşısında verdiği ÖZ-ELEŞTİRİ ile belli olur.”
Bize (biz Marksistlere) göre MYK bir önceki hatalı kararını bu metinle
öz-eleştiri biçiminde sunmaktadır veya bizim öyle kabul etmemiz için bir neden
yoktur. Çünkü bir önceki kararında veya kararlarında genel olarak kürtlerden
söz ederken, şimdi ortada bir nesne değil, özne vardır. Bu özne üstelik ismiyle
anılmakta ve ittifak edilmektedir.
Ama partimizin Türk
sentrizminden tamamen kurtulması mümkün müdür? Şimdilik umudumuz vardır ama bu
da ancak eleştiri ve öz-eleştiri sayesinde mümkün olmaktadır ve biz başka da
bir yöntem bilmiyoruz. Rojava konusunda önemli tespitler yapılmaktadır ve bu
tespitler sayesinde hiç olmazsa Türk ezilenlerini programa kazanmak mümkün hale
gelmektedir.
Rojava bölgedeki en
ileri ve en demokratik ve veya en laik bir oluşumu gerçekleştirmektedir. O yüzden
bölge ve dünya devletleri tarafından istenmemektedir. İlk başta da Türkiye ve
Barzani’nin başında olduğu burjuva kürtler tarafından her durumda diz çökmesi
ve ezilmesi arzu edilmektedir. Bütün dünya yani hem Avrupa hem de ABD ve hem de
diğer emperyalistler bu demokrasi vahasını yok etmek için ellerinden geleni
yapmaktadırlar ve şimdi yok edilmiyorsa bunun nedeni siyasal dengelerdir.
Bu durum bizlere
gösteriyor ki Rojava’da bir SINIFLAR SAVAŞI vardır. Rojava hakkında yapılan
değerlendirmeler dahi bu sınıf savaşının kanıtlarını sunmaktadırlar. Rojava
deneyimi her şeyden önce klasik gerici ulusçu deneyimlerden biri değildir. Orada demokrasi için ilk ama acemi bir adım
atılmıştır. Bu acemi adımlar bile bütün dünyanın üzerine gelmesi için yeterli
olmuştur. Şunu unutmayalım ne PKK ne de PYD Kürtlerin partisi değildir. Bu
partiler ezilen köylülerin, işçilerin, öğrencilerin, gençlerin ve kadınların
partisi olmuştur ve bu bilimsel gerçek ancak bu partilerin kendilerini
destekleyenlere İHANET etmesi durumunda değişecektir. Zaten bu durumda da
Kürdistan Özgürlük Hareketi yenilmiş sayılacaktır.
Şimdi de Siyasal Metin üzerinde bir iki yanlış vurguyu
eleştirelim!
“Kobane’de iki ayı
aşkın süredir direnen sadece bir halk değil, aynı zamanda yeni bir uygarlık
projesidir. Bu kavranmadan neler olup bittiğini anlamak, kimin kiminle neden
savaştığını, bir sonraki adımın neler olabileceğini öngörmek neredeyse
imkansız.”
Burada ikinci cümle
birinciden bağımsız olarak doğrudur. Yanlış ise birinci cümle içinde yer alan “uygarlık
projesi” kavramındadır.
Bir uygarlık projesi
iddialı bir kavramdır. Çünkü orada gerçekleşen şey, Avrupa Birliği veya ABD
gibi özerk veya konfederal bir yapılanmadır. Ve bu tür yapılanmalar ilk defa
görülen bir şey değildir. o yüzden yeni bir biçim veya form oluşturmazlar. Ama niye
istenmemektedir? Demokratik bir form Ortadoğu için hiçbir emperyalist kutup
tarafından öngörülmemiştir de ondan…
Dünyanın sözde
demokratik devletleri kendileri için uygun-helal gördükleri demokratik formları
Rojava’ya haram etmektedirler. En başta ABD için en uygun çözüm, bütün herkesin
bağımsız bir devlet haline gelmesidir. Evet, ABD “Ulusların Kendi Kaderlerini
Tayin Hakkı”nı savunmaktadır. ABD evel eski “Self Determinasyon” hakkını
savunur, neden? Bu tür gerici (her ulusa bir devlet düşer) çözüm bütün bölgeyi
karıştırmaya yeter de ondan… Kanıt mı istiyorsunuz? Bakınız tüm eski büyük
Birlik’lere! Sovyetler ve Yugoslavya’ya! Ortadoğu Körfez krizinden bu yana Lübnanlaşma yolunda tam gaz
ilerlemektedir. Yani ABD projesi her durumda zafer kazanır görünmektedir. İşte
Rojava bu plana karşı ilk ciddi karşı duruşu sergilemektedir. O yüzden
bütün dünyanın dikkati Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlayacağı bu yere
çekilmektedir.
Ama Rojava tüm bu
karşı koyuşuna rağmen yeni bir uygarlık projesi değildir. Yeni bir uygarlık
projesini ancak biz Marksistler savunabilir veya başarabiliriz. Rojava
köhnemiş, gerici ulusçuluk karşısında Avrupa Birliği türünden bir ulusçuluk veya
paradigma değişikliğidir.
Ancak, bu paradigma
değişikliği veya stratejik yönelim PKK tarafından ve bizzat Öcalan tarafından “ulus
devletin aşılması” biçiminde sunulmaktadır. Biz Marksistlere göre ne AB ne de
Demokratik Özerklik veya Federasyon gibi çözümler ulus-devleti aşmaz, bizzat bu
bakımdan uygarlığa yeni bir aşı olur.
Yeni Bir Uygarlık Projesi İçin
Yaşanılan uygarlık
Modernite veya Aydınlanma olarak bilinmektedir. Marksizm de Aydınlanma’nın sol
çocuğu veya heretik bir mezhebi olmuştur. Aydınlanma her şeyden önce ÖZEL-POLİTİK
ayrımına dayanan uygarlıktır. Feminist hareket bize şunu öğretmiştir: ÖZEL OLAN
POLİTİKTİR.
Feminist hareketin
bu hamlesi aslında Marksizm için bir KATKIDIR. Çünkü ÖZEL-POLİTİK AYRIMININ
KENDİSİ POLİTİKTİR. Çünkü neyin özel,
neyin politik olduğu çeşitli normlara bağlı olduğundan ve bu tamamen HUKUKİ
olduğundan (Sosyolojik-Bilimsel) olmadığından bu ayrımın kendisi POLİTİK
olmaktadır.
Yaşanılan uygarlık
aydınlanmanın ulusçuluk biçiminde gericileşmiş biçimidir. Ulusçuluk, Aydınlanma
karşısında KARŞI DEVRİM demektir.
Aydınlanma Evrensel
İnsan Hakları’nı bütün dünyada gerçekleşecek uyanışın Anayasa metnidir. Yani ulusçu
değil, kozmopolittir.
“Vatanım yeryüzü,
milletim insanlık” diyen Tevfik Fikret en büyük aydınlanmacıdır bu topraklarda…
Ulusçu karşı devrim
Napolyonculuktur. Aydınlanma devrimcileri Robespierre veya Marat tıpkı Marks
veya Lenin neyse o’dur. Napolyonlar ne ise Stalin veya Atatürkler de odur. Her iki
tip arasında devrim ve karşı devrim gibi bir fark vardır.
Öyleyse yeni bir
uygarlık için Aydınlanma’nın aşılması gerekmektedir. Ve bu durumda Rojava
Aydınlanma’nın henüz kıyısına gelmiştir. Ve aynı şekilde Öcalan Marks’ın veya
Lenin’in kıyısına gelmiştir.
Uygarlığın aşılması
için kapitalizmi aşmak gereklidir. Rojava bu bakımdan da yeni bir uygarlık
olmamaktadır. Çünkü bizim savunduğumuz Demokratik ve Sosyal Cumhuriyet dahi
kapitalizmi aşmaz, en fazla, kitleleri kapitalizmi aşması kıyısına kadar
getirir o kadar…
Bize göre komünizm
yeni bir uygarlık olarak tasavvur edilmelidir. Her şeyden önce de uluslara ve ulusçuluğa
meydan okuyan bir programla hareket edildiğinde bu uygarlık için önemli bir
hamle yapılmış olur.
Kapitalist Uygarlık bütün dinamiklerini tüketmemiştir.
Kapitalizmin krizleri
üzerine kafa yorarken bu krizler abartılmamalıdır. Nitekim bu siyasal metinde
bu abartılar yer yer işlenmektedir. Yaşanan tüm geçmiş krizlerden başarı ile
çıkan kapitalist uygarlık kendine olan güvenini tazelemiş görünmektedir. O yüzden
de yaşanılacak siyasal krizler de eğer ciddi bir devrimci demokratik
muhalefetle karşılaşmazsa yine kapitalizm taze kanla yaşamasına devam
edecektir.
O yüzden bizler bütün
teorik enerjimizi devrimci demokratik muhalefeti, programatik olarak çözmeye
hasretmek zorundayız.
Ne ABD ne de diğer
emperyalist devletler ciddi bir siyasal krizle karşılaşmamaktadırlar. Rojava
yaşanılması muhtemel ama en zayıf bir olasılık olarak durmaktadır ama şimdiden politik
olarak düşmek üzeredir. Eğer bütün dünya ve özellikle Türkiye’deki devrimci
demokratik muhalefet ve tabii ki Marksist Hareket bütün gücünü cepheye sürmezse…
Bütün gücünü cepheye sürüp, bir de bu politik gücünü teorik-politik hazırlık
ile birleştirirse o zaman Rojava tekrar ve daha dik bir şekilde ayağa
kalkacaktır. Çabamızın gayesi yalnız budur!
"HDK/HDP’nin Kürt siyasi hareketinin
ihtiyaçlarına daralmış bir siyasal hatta oturmasının hepimizin kaybetmesi
anlamına geleceğini bir kez daha belirtme gereği duyuyoruz."
Yukarıdaki belirleme
Turgut yoldaşımızın da dikkatinden kaçmamıştır.
Yukarıdaki belirleme
aslında hem doğrudur hem de yanlıştır. Nasıl olduğunu görelim!
Günümüzde mücadele
eden bütün sosyal hareketler (ki işçi hareketi de bir sosyal harekettir) kendi
ihtiyaçlarına daralmış bir siyasi hatta oturduğunda yenilmesi kaçınılmazdır.
Sadece Kürtler
değil, kadınlar, gençler, feministler, işçiler, sendikalar, hemofobi
karşıtları, vicdani redciler, ve ilh. İçin de bu gerçektir. Mantık olarak böyle
koyduğunuz an bu bütün muhalefeti toparlayacak bir programa ihtiyaç duyarsınız.
Şimdiki programımız veya HDP-HDK programı bunları aritmatiksel olarak
birleştirmektedir ama bir program aritmetik değil, cebirsel olmalıdır.
Aritmetik program
şimdiden savunulduğu gibi şöyle vazeder: biz şunların şunların hareketi veya partisiyiz.
Ama cebirsel bir program aynı zamanda yeni bir uygarlığın devrimci Marksist programı
olduğundan şunu der: bizler insan veya yurttaştan gayrı bir belirleme
tanımayız. Bütün etniler, inançlar, kimliklerin siyasal bir anlamı olmamalıdır.
Bunlar kişisel özel sorunlardır. Türklük de kürtlük de kadınlık da Alevilik de
bizim demokratik ve sosyal cumhuriyetimizi belirlemez. Bizler komünler üzerine
yaslanırız. Her komünün ayrılma hakkı vardır. İsterse bir köy veya mahalle
komünü bu cumhuriyet içinde kalmak istemeyebilir. Türklük ve kürtlük inanç gibi
bir kategoridir ve sosyolojik bilimsel bir kategori olmadığından politik
olmaları düşünülemez. Bütün cemaatler siyasal yapıyı belirlemek istediklerinde
kaos çıkar. O yüzden bizim ulus devletimiz kendisini yurttaş-insan tarafından
belirlenen komünler üzerine bina edilir. Gerçek laiklik de budur. Bu ulus
devletin anayasası hiçbir etni, soy, kan, dil, din, kültür, tarih, coğrafya,
vb. ile tanımlanmaz.
İşte bu tür bir
programla hareket etmeye başladığımız an yeni bir uygarlığın da müjdecisi
oluruz. Ama bu bile yeni bir uygarlık değildir, henüz Aydınlanma’nın yarım
bıraktığı yerden devam eden bir program demektir bu!
Yani bu uygarlığı
aşmak için de ulusçuluğu aşmak gerekir. Ulusculuk, politik olanı ulus-devlet
olarak tanımlamak demektir. Yanlış bilinenin aksine ulusçuluk, bir ulusun
çıkarlarını savunmak demek değildir. Bu tanım ulusçuların, ulusçuluk tanımıdır.
Sosyolojiye göre yani marksizme göre ulusçuluk, siyasal olanın ulus-devlet
tarafından belirlenmesini savunmak demektir.
“Kürt Özgürlük Hareketi stratejik anlamda
herhangi bir egemen bloğun parçası haline gelmediği sürece (bunu isteyen
oldukça geniş bir kesim olsa da KÖH’ün önderliğinde böyle bir eğilim söz konusu
görünmüyor) taktiksel farklıklar olsa dahi bölgenin devrimci bloğunun en önemli
parçası olarak kalacaktır.”
Buradaki muğlak
ifadeler eleştirilebilir. Duruşumuzu özetleyelim ve somutlayalım:
a. Bizler TC
karşısında olan bütün hareketleri destekleriz. Amacımız bu gerici ulus-devletin
bütün kurumları ile tuzla buz olmasıdır. PKK veya ittifak ettiğimiz Kürdistan
Özgürlük Hareketi, TC ile birlikte yeni bir ulus devlet kurduğunda (Türk-Kürt
devleti olmaz değildir) o zaman bizler bu devleti yıkmak için mücadele
edeceğimizi şimdiden duyururuz.
Ama bu tür bir
ulus-devlet yapılanması bile şimdiki türklükle tanımlanmış devletten bir adım
ileri bir yapılanma olur. Kitleler bu uğurda mücadele etmeye başladıkları anda
değişik programlar da tartışma alanına girer. Çünkü mücadele halindeki kitleler
azla yetinmeyip daha fazlası için mücadele edebilirler ki tarihte bu biçimler (komün,
Sovyet,) vb. bu tür mücadelelerin
sonuçları olmuştur. Yeter ki devrimci demokratlar ve öncelikle de biz Marksistler
hazırlıklı olalım!
b. İttifak ettiğimiz
güçler, bizlerin istemediği ama onlar için rasyonel başka ittifaklara
girebilirler. Örneğin ABD ile yapılacak ittifak olasılık olarak önümüzdedir. Bu
durumda bizler ne yaparız?
Bu sorun şimdiden
tartışılmaktadır ama açık biçimde değil, üstü örtük biçimde ve gerici ulusçuluk
formlarında bu konu ele alınmaktadır. Marksistler bu sorunu açık olarak
tartışmamaktadırlar. Biz bir fikir verelim! a. Şıkkında ifade ettik, eğer PKK
veya KDP, ABD desteğiyle TC’ye saldırırsa biz ne yaparız?
Hemen söyleyelim. Bizler
TC karşısında olan güçleri destekleriz. Tıpkı Lenin’in, Rusya’yı uzak doğuda yenilgiye
uğratan Japonları desteklemesi gibi destekleriz. Evet bizler asla kendi
ulus-devletimizden yana olmayız, onun her savaşta yenilmesi için çaba gösteren
ulusal hainler oluruz. O yüzden PKK ile ittifak halindeyiz. Ama PKK gerici ulusçuluğu
aşmanın kıyısına gelmiş bir hareket olduğundan bizim işimizi daha da kolay hale
getirmektedir ve bu bakımdan kesinlikle ayrı hareket edilmemeli, bu hareketi
zayıflatan her adım gerici ulusçuluk (bizce ırkçılık) olarak lanetlenmelidir.
Devrimci Selamlar